Cep telefonları... Hayatımızın adeta bir uzantısı, her an yanı başımızda. Sabah alarmıyla uyanıyor, güne onlarla başlıyor, haberleri oradan okuyor, yolda yürürken kulaklarımızdan fısıltılarla müzik dinliyor, yemek masasında bile elimizden düşmüyor, mesajlaşıyor, gece uykuya dalarken gözlerimiz son bir kez ekranına takılıyor. Eskiden sadece “arayıp konuşmak” için kullandığımız o basit alet, şimdi cebimizde taşıdığımız küçük bir dünyaya dönüştü. Ne var ki bu dünya, her zaman sandığımız kadar masum değil; aksine, sinsice ruhumuzu ve bedenimizi kemiren bir tehdide dönüşebiliyor.
Elbette, telefonlar sayesinde bilgiye kolayca erişiyor, sevdiklerimizle anında bağlantı kurabiliyoruz. Bu çağın vazgeçilmez bir parçası haline geldiler. Ancak bu tarifsiz kolaylık, farkına varmadan bizi derin bir bağımlılığın içine çekiyor. Gün içinde onlarca kez, belki de yüzlerce kez, bilinçsizce elimiz cebimize gidiyor, ekranı kontrol ediyoruz. Bildirim sesi gelmediği halde titreme hissiyle telefona bakma alışkanlığına dahi bir isim verildi: “Hayalet titreşim sendromu.” Bu durum, zihnimizin ne denli esir alındığının en net göstergesi.
Sürekli "çevrimiçi" olma hali, üzerimizde büyük bir zihinsel yorgunluk ve bitkinlik yaratıyor. Dikkat süremiz inanılmaz boyutlarda kısalıyor, odaklanmak neredeyse imkansız hale geliyor. Bir metni baştan sona dikkatle okumak, derinlemesine düşünmek ya da bir konuya uzun süre kafa yormak adeta lüks haline geldi. Parmaklarımız, ekranda sürekli yukarı aşağı kaydırmaya öyle alıştı ki, bu sürekli akış, düşünce akışımızı da bölüyor, derinleşmemizi engelliyor.
Peki ya sosyal medyanın karanlık yüzü? Bitmek bilmeyen bir karşılaştırma döngüsü, her an peşinde koştuğumuz "beğeni" sayıları, dijital platformlardan onay alma arzusu… Tüm bunlar ruhsal sağlığımızı, özgüvenimizi ve kendimize olan inancımızı sessizce kemiriyor. Gençler arasında giderek artan özgüven problemleri, kronik uyku bozuklukları, derin yalnızlık hissi ve hatta kaygı bozuklukları, cebimizde taşıdığımız bu minik ekranla doğrudan bağlantılı.
Görünmez zararlarının yanı sıra, fiziksel bedelleri de var. Sürekli öne eğilerek telefona bakmaktan kaynaklanan boyun fıtığı, duruş bozuklukları, göz yorgunluğu ve hatta radyasyonun potansiyel etkileri… Telefonlar elimizden düşmüyor ama bedelini maalesef vücudumuz ödüyor. Özellikle gelişim çağındaki çocuklar ve gençler için bu fiziksel etkiler çok daha yıkıcı olabilir.
Kimse cep telefonunu tamamen bırakın demiyor; bu çağda bu, gerçekçi bir beklenti değil. Ancak kullandığımız teknolojinin bizi nasıl kullandığını, hayatımızın direksiyonunu elimizden nasıl aldığını fark etmek zorundayız. Günde kaç saatimizi ekrana gömülü geçiriyoruz? Son gördüğümüz içerik bizi gerçekten mutlu mu etti, yoksa daha mı yorgun, daha mı boş hissettirdi?
Cebimizde taşıdığımız bu "akıllı" cihazlar, eğer zamanla bizi kendimize yabancılaştırıyor, gerçek hayattan koparıyor, yüz yüze sohbetlerin yerini emojilerle dolu mesajlara bırakıyorsa, işte tam da orada durup derinlemesine düşünmek gerekir. Belki de artık ekranı değil, hayatı kaydırmanın, gerçek dünyayı keşfetmenin zamanı gelmiştir.