Yapay zeka şiir yazıyor, robotlar ameliyat yapıyor, kripto paralar milyar dolarlık piyasa yaratıyor. Ama tüm bu gelişmelerin karşısında hukuk hala 20. yüzyılın raflarında tozlanmış kitaplara bakıyor. Yasa koyucular “bu yeni çıkan şeyi nasıl tanımlarız?” diye tartışırken, teknoloji çoktan bir sonraki adıma geçmiş oluyor. Sonuç: Boşluklarla dolu bir düzen…
Kripto paraları düşünün. Yıllarca “geyik” gözüyle bakıldı. Sonra bir anda borsalar, dijital cüzdanlar, milyarlarca dolarlık yatırımlar hayatımıza girdi. Ama hala çoğu ülkede net bir yasal çerçeve yok. Dolandırıcılığa uğrayanın hak araması, kara para aklamayla mücadele, vergilendirme… Her şey gri bölgede. Çünkü teknoloji çok hızlı, hukuk çok yavaş.

Benzer tablo yapay zekada da var. Bir yapay zeka yanlış teşhis koyarsa sorumlusu kim? Algoritmayı yazan yazılımcı mı, onu hastaneye entegre eden şirket mi, yoksa sistemden faydalanan doktor mu? Hiç kimse net cevap veremiyor. Çünkü yasalar, böyle bir ihtimali hiç düşünmemişti.

Teknolojinin nimetleri hızlıca pazara sürülürken, riskleri konuşmak hep erteleniyor. Oysa her inovasyon, beraberinde etik ve hukuki sorunları getiriyor. Bugün yüz tanıma sistemleri güvenlik bahanesiyle her yere kuruluyor. Peki, bu veriler nasıl saklanacak, nasıl silinecek, kim kontrol edecek? Sessizlik…

Aslında sorun şu: Hukuk hep “gecikmiş” refleks veriyor. Teknoloji bir devrim yapıyor, insanlar onu kullanıyor, sorunlar çıkıyor, ardından yasa geliyor. Yani biz hep yangın çıktıktan sonra itfaiyeyi çağırıyoruz. Oysa asıl ihtiyaç, öngörü. Yeni teknolojilerin olası risklerini tartışacak, etikle hukuku aynı masaya koyacak, hızlı ve şeffaf kurallar belirleyecek bir yaklaşım.
Evet, teknoloji hız kesmeyecek. Ama hukuk bu hızın gerisinde kalmaya devam ederse, boşlukları hep şirketler dolduracak. Ve biz vatandaşlar, “kullanım sözleşmeleri” ile yönetilen, görünmez kurallara boyun eğen bir toplum olacağız.

Sorun şu: Geleceği algoritmalar yazıyor. Eğer hukuk bu kodların gölgesinde kalırsa, yarın bize adaleti değil, yalnızca kuralları hatırlatan bir sistem kalacak. O yüzden teknolojiyle yarışmak değil, onu önceden görmek zorundayız. Yoksa hızlanan trenin içinde yolcu değil, sadece veri oluruz.