Sokağa çıkın, başınızı kaldırın; her köşede bir kamera var. AVM girişlerinde, toplu taşımada, trafik ışıklarında, hatta apartman kapılarında… Bir zamanlar sadece “suçluya” göz diktiği söylenen kameralar, şimdi herkesin üzerinde sessiz bir göz gibi duruyor. Adı güvenlik, ama hissettirdiği şey çoğu zaman gözetim. Peki, biz gerçekten korunuyor muyuz, yoksa sadece kaydediliyor muyuz?
Görüntü kaydı, elbette birçok suçu önlemede caydırıcı. Bir kaza anında delil, bir hırsızlıkta takip, bir kayıp vakasında ipucu olabilir. Kağıt üzerinde mantıklı. Ama gerçek hayatta mesele bu kadar basit değil. Çünkü kameraların ne kadar izlediği, ne kadar sakladığı ve o kayıtların kimlerin elinde dolaştığı çoğu zaman belirsiz.
Bugün yüz tanıma teknolojisiyle desteklenen kameralar, yalnızca “gördüklerini” kaydetmiyor; aynı zamanda “tanıyorlar.” Kim olduğunuzu, nereye gittiğinizi, kimlerle yan yana geldiğinizi analiz edebiliyorlar. Bu da güvenlikten çok mahremiyet tartışmasını öne çıkarıyor. Her hareketimizin bir veriye dönüşmesi, farkında olmadan dev bir dijital arşiv yaratıyor. Ve bu arşivin kimin elinde, hangi amaçla kullanılacağını çoğu zaman bilmiyoruz.
“Suçlular yakalansın, güvenlik sağlansın” diyerek başlayan bu sistem, bir süre sonra davranış kontrolüne dönüşebilir. Kameraların olduğu yerde daha temkinli hareket ediyoruz. Yani özgürlüğümüzü değil, sadece davranışlarımızı düzenliyoruz. İşte bu noktada güvenlik ile özgürlük arasındaki o ince çizgi giderek bulanıklaşıyor.
Bir de işin ekonomik boyutu var. Şehirler kameralarla donatılırken, suç oranları aynı hızda azalmıyor. Yani kameralar her derde deva değil. Asıl güvenlik, toplumun vicdanında ve adaletin işleyişinde saklı. Teknoloji sadece destek olabilir, ama tek başına çözüm değil.
Sonuçta mesele şu: Elbette güvenlik hepimizin hakkı. Ama güvenliğin bedeli, özgürlüğümüz olmamalı. Kameralar hayatımızı kolaylaştırabilir, suçları azaltabilir. Fakat bu sistemler şeffaf olmazsa, gözetim bir gün farkına bile varmadan yeni bir norm haline gelir. O zaman güvenlik değil, bir tür görünmez hapishane yaratmış oluruz.
Gerçek güvenlik, özgürlüğü koruyarak sağlanır. Yoksa kameraların sessiz bakışları altında, belki daha güvende hissederiz; ama gerçekte daha yalnız, daha denetim altında bir hayat yaşarız.