Çekmecelerde unutulmuş eski telefonlar, şarjı tutmayan powerbank’ler, bozulmuş kulaklıklar ve birbiriyle karışmış kablolar… Hepimizin evinde, adeta küçük bir “mezarlık” var. Teknoloji hızlandıkça, çöplerimiz de akıllanıyor; onlara elektronik atık diyoruz. Ancak bu akıllı atığın arkasında karanlık bir gölge yatıyor: Toprağa sızan ağır metaller, yakıldığında havaya karışan toksinler ve denizlere dökülen zehirler. Parlak ekranların ve hızlı işlemcilerin ardındaki bu tehlike, ne yazık ki gözden kaçıyor.

Bir cihazımız bozulduğunda aklımıza ilk gelen, tamir etmek değil, hemen yenisini almak oluyor. Çünkü tamir ettirmek pahalı, yedek parça bulmak zor ve garanti şartları bir labirentten farksız. Üreticiler, "yeni model" vaadiyle bizi sürekli tüketime yönlendiriyor. Bu durum, modanın yalnızca kıyafetlerle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda donanım hızına dönüştüğünü gösteriyor. Ve bu hız, gezegenin ritmini bozuyor.

Elektronik atığın en büyük problemi yalnızca miktarı değil, aynı zamanda içeriği. Eski bir telefon, sadece plastik ve camdan ibaret değildir; içinde kobalt, lityum, nikel, kurşun ve cıva gibi hem değerli hem de zehirli elementler bulunur. Eğer doğru bir şekilde geri dönüştürülürse ekonomiye yeniden kazandırılan bir kaynak olur. Ancak yanlış işlem görürse, toprağa, suya ve havaya yayılan bir belaya dönüşür. Maalesef bu atıklar çoğu zaman, ucuz iş gücü uğruna gelişmekte olan ülkelere ihraç ediliyor. Birilerinin ucuz ekranı, başka birilerinin pahalı nefesine mal oluyor.

Peki, bu duruma karşı ne yapabiliriz? Öncelikle tüketim hızımızı yavaşlatmak zorundayız. Kendimize "ihtiyacım mı var, yoksa sadece canım mı istiyor?" diye sormak, geleceğin çöp dağına bir taş daha koymamızı engelleyebilir. İkinci olarak, tamir kültürünü yeniden canlandırmalıyız. Üçüncüsü, cihazlarımızı çöpe atmak yerine, belediyelerin ya da üreticilerin kurduğu resmi toplama noktalarına teslim etmeliyiz.

Unutmayın: Elektronik atık, sadece bir çöp yığını değil, geleceğe yazdığımız bir nottur. O notu ya "tükettik" diye bitireceğiz ya da "tamir ettik, dönüştürdük, yaşattık" diye… Seçim bizim, nefes ise hepimizin.