Bir zamanlar aşk, göz göze bakınca başlardı. Kalp, duyulan ses tonuyla titrerdi. Şimdi ise her şey ekran ışığında, parmak hareketleriyle doğuyor. Duygular emoji’lerle ifade ediliyor, "görüldü" işaretiyle kalpler kırılıyor. Mesajlaşırken büyük bir heyecan duyuyoruz, ancak yüz yüze geldiğimizde iki kelimeyi bir araya getiremiyoruz. Çünkü modern çağda aşk, giderek sanallaşıyor ve duygularımız dijitalleşiyor.

Birbirini hiç görmemiş insanlar, saatlerce mesajlaşıp bir şeyler paylaşıyor. Anılar ekran görüntülerinden ibaret kalıyor, en hararetli tartışmalar ise internet bağlantısı kesilince son buluyor. Artık birini tanımak için aynı masada oturmaya gerek duyulmuyor. Bir sosyal medya profili incelemek, birkaç filtrelenmiş fotoğraf ve birkaç "ortak beğeni" görmek yeterli sanılıyor. Gerisi tamamen hayal gücümüzün doldurduğu bir boşluk.

Ama işin en ironik yanı şu: Hiç olmadığı kadar iletişim halindeyiz, ama belki de hiç bu kadar yalnız hissetmemiştik. Sanal aşklar hızla başlıyor, kolayca bitiyor. Çünkü bu ilişkilerde gerçek bir bedel ödemiyoruz. Gerçek bir bağ kurmanın gerektirdiği sabır, emek ve yüzleşme gibi unsurlar, internet bağlantısının arkasına saklanıyor. Zorlandığımızda ise bir hesap silip, yeni bir sayfa açabiliyoruz.

Bu yeni dijital ilişkiler dünyasında samimiyet ve sahicilik arasındaki çizgi giderek belirsizleşiyor. Gerçekten mi seviliyoruz, yoksa sadece biri "çevrimiçi" olduğu için mi ilgi görüyoruz? Gecenin bir vakti mesaj atacak birini bulmak kolay ama kalbinizi gerçekten anlayacak birini bulmak hala çok zor.

Ve işin en acı tarafı, insanlar sanal aşklarda oyalandıkça, gerçek hayattaki ilişkilerle bağ kurmakta zorlanıyor. Çünkü orada filtre yok, emoji yok, "çevrim dışı" kaçışı yok. Orada gerçek bir yüz var, gerçek bir ses var ve çözülmesi gereken gerçek sorunlar var.

Sanal aşk, duyguları hızlı bir şekilde başlatabilir ama onları derinleştiremez. Kalbi anlık tatminlerle avutur ama içimizdeki boşluğu dolduramaz. Belki de bu yüzden, dijital çağda aşk artarken, yalnızlık da aynı oranda çoğalıyor. Çünkü sanal olan her şeyin bir süresi vardır. Ama gerçek duygular, zamana değil, dokunuşa ve içtenliğe ihtiyaç duyar. Ve hiçbir internet bağlantısı, bir kalbin gerçek titreşimini tam olarak iletemez.