Belki de en büyük yorgunluğumuz, başkalarının sahte cennetlerine bakarken kendi gerçeğimizi unutmak…

Günümüzün en büyük sahnelerinden biri sosyal medya… Burada herkesin bir rolü, bir maskesi var. Kimileri mutlu bir hayatın fotoğrafını çizerken, kimileri yalnızlığını gülüşlerin ardına gizliyor. Peki, neden insanlar kendi gerçeklerinden uzaklaşıp bambaşka bir hayatın izlenimini vermek ister?

Bunun arkasında sadece “dikkat çekme” isteği yok. Psikolojide buna dair birçok açıklama var. Yetersizlik duygusu, onaylanma ihtiyacı, değersizlik hissi… Gerçek hayatta sahip olamadıklarını, sanal dünyada yaratılan bu “mükemmel benlik” aracılığıyla telafi etmeye çalışıyorlar. Ancak bu durum bir noktadan sonra, kişinin kendi kimliğini sorgulamasına, hatta içsel bir boşluğa düşmesine neden olabiliyor.

Aslında mesele sadece sahte bir mutluluk tablosu çizmek değil. Bu tabloyu çizen kişi, kendi gerçeğinden uzaklaştıkça, bir tür “psikolojik ambivalans” yaşıyor. Bir yanda olmak istediği kişi, diğer yanda gerçekte olduğu kişi… İki kimlik arasında sıkışıp kalmak, uzun vadede ruhsal yorgunluk ve tatminsizlik yaratıyor.

Unutmamak gerekir ki sosyal medya, bir vitrin. O vitrinde gördüklerimiz, çoğu zaman ardında kocaman bir boşluğu saklıyor. Belki de en önemli soru şu: Biz başkalarının sahte mutluluklarını izlerken, kendi hayatımızı sorgularken aslında ne kadar zarar görüyoruz?

Gerçek olan tek şey, hiçbir filtreden geçmeyen hayatımızdır. Maskelerle yaşamak bir süreliğine tatlı bir kaçış sağlayabilir ama eninde sonunda insan kendi hakikatiyle yüzleşmek zorunda kalır. İşte o an geldiğinde, “gerçek ben” ile tanışmak cesaret ister.