Konuşmayı unuttuk, paylaşmayı erteledik. Duygularımızı saklıyoruz; bazen korkudan, bazen “her şey normal” diyebilmek için. Peki, bu susturulmuş gençlik ne yaşıyor, ne hissediyor?

Bir bakıyoruz etrafımıza; herkes mutlu, herkes güçlü, herkes kontrolü elinde tutuyor gibi… Ama biz biliriz ki, çoğu zaman öyle değil. Herkes kendi içinde bir şeyler saklıyor, söyleyemiyor, dile getiremiyor. Sustuklarımız, sadece kelimelerimizi yutmakla kalmıyor; hislerimizi, korkularımızı, kırgınlıklarımızı da yutuyor.

Gençlik dediğimiz dönem, duygu fırtınalarının en yoğun olduğu zamanlardan biridir. Ama bir tuhaflık var: Biz artık bu fırtınayı göstermekten çekiniyoruz. Kimi zaman ailemiz, kimi zaman çevremiz “Büyüksün artık, bunlar normal duygular” diyor. Kimi zaman sosyal medya, “Herkes harika, sen de öyle ol” baskısıyla duygularımızı gizlemeye zorlıyor.

Sustukça birikir her şey. Öfke, kırgınlık, yalnızlık… Ve bir noktada patlama yaşanır; ama bu patlamayı çoğu zaman yanlış yerde, yanlış zamanda yaşıyoruz. Çünkü hislerimizi açıkça paylaşmayı öğrenemedik. Kendimizi anlatamadık, anlatmayı denedikçe susturulduk.

Belki de en tehlikelisi, bu suskunluğu normal görmeye başlamamız. Duygularımızın bastırılması, bir gün kendimizi, hayatı ve ilişkilerimizi de bastırmamıza yol açıyor. Ama işin gerçeği şu: Duygularını saklayan bir nesil, sadece sessiz kalmakla kalmaz; zamanla kendini de kaybeder.

Sustuklarımızı konuşmak gerekiyor. Kendi hislerimizi ifade etmek, kırılganlığımızı göstermek cesaret ister ama yaşanacak tek gerçek özgürlük de budur. Sessizlik, bazen güvenli gibi görünür; ama duygu dediğin şey susturulamaz. Er ya da geç bir yolunu bulur, kendini gösterir.

Belki bugün sustuklarımızı paylaşmıyoruz, belki hâlâ korkuyoruz. Ama unutmamalıyız ki, ne kadar konuşamasak da, ne kadar gizlesek de, duygularımız bizimdir. Ve onları saklamak yerine paylaşmaya başladığımızda, belki de kendi gençliğimizin gerçek gücünü, gerçek cesaretini keşfedeceğiz.