Bir zamanlar gençlik, hayal demekti. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu heyecanla sorulur, cevabı umutla beklenirdi. Doktor, öğretmen, sanatçı… O yıllarda kimse “influencer” olmayı hayal etmezdi. Çünkü o gençlik, geleceğe inanırdı. Bugünün gençliği ise bugünden ötesine bakmaya korkuyor. Sanki yarın yokmuş gibi yaşıyorlar.
Çünkü sistem, uzun süredir gençlere bir gelecek sunmuyor. Diplomalar işe yaramıyor, emek karşılık bulmuyor, çalışmak çoğu zaman yoksulluğu azaltmak yerine artırıyor. Böyle olunca da gençler ekranlara sığınıyor. Oyunlar, sosyal medya, kısa videolar… Tüm bunlar, çaresizliğin dijital kaçış rotaları hâline geliyor.
Ama bu kaçış, giderek daha büyük bir boşluk yaratıyor. Hayatın anlamı silikleşiyor. Sabah akşam telefon ekranına gömülmek, dış dünyadan soyutlanmak sıradan bir alışkanlığa dönüşüyor. Sosyal medyadaki yüzlerce etkileşim, kalabalık dijital gruplar, ne yazık ki çoğu zaman yüzeysel ve sahte. Eğleniyor gibi görünseler de, içten içe tükeniyorlar. Ve en kötüsü, bu tükenişi kimse fark etmiyor.
Bugün gençlik, umutla değil, sessizlikle tarif ediliyor. “Ne için yaşıyorsun?” sorusu cevapsız. “Bir hedefin var mı?” denilince gözler kaçıyor. Çünkü o hedefe ulaşacak yol kalmamış gibi. Eğitim işe yaramıyor, adalet işlemiyor, çaba değer görmüyor. Geriye sadece anlık görünürlük kalıyor.
Ama ekranların ışığı, umut ışığı değil. Gençler bunun farkında. Sadece başka bir çıkış yolu göremiyorlar.
Gençlik, yön ister. Bir kıvılcım, bir pusula, bir anlam… Onlara “değerlisin” demek, sadece sözle değil; gerçek eşlik ve rehberlikle mümkün. Bu yarınsızlık onların değil, onları yönsüz bırakan toplumun sorumluluğu.
Eğer bu yalnızlığa kulaklarımızı tıkarsak, ekran başında yitip giden bu gençlik, yarının kayıp nesli olabilir. Hâlâ geç değil. Yeter ki gerçekten duyalım.