Bir çocuğun gözlerindeki ışığın sönmesi, bazen en sessiz çığlıktır. Aileler, çocuklarının büyüme sancılarını izlerken çoğu zaman neyin doğal bir ergenlik süreci, neyin bir tehlike sinyali olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Ancak madde kullanımı gibi hayati bir konuda, bu ayrımı yapabilmek çocuğun geleceğiyle doğrudan ilgilidir.

Madde kullanımı, çoğu zaman bir boşluğun, bir arayışın sonucudur. Gençler, kendilerini ifade edemediklerinde, anlaşılmadıklarını düşündüklerinde ya da bir aidiyet duygusuna ihtiyaç duyduklarında bu tür yollara sapabilir. Aileler için ilk işaretler genellikle davranışsal değişimlerle başlar. Eskiden neşeli olan çocuk içine kapanır, odasında daha fazla vakit geçirir, arkadaş çevresi değişir. Ders başarısı düşer, uyku düzeni bozulur, gözlerde yorgunluk ve dalgınlık belirir. Ama en önemlisi, çocukla kurulan bağda bir kopukluk hissedilir. O bağ, sessizce gevşer.

Bu noktada ailelerin yapması gereken şey, suçlayıcı değil, anlayıcı bir yaklaşım benimsemektir. “Sen ne yaptın?” demek yerine “Seni anlamak istiyorum” diyebilmek, çocuğun yeniden güven duymasını sağlar. Çünkü madde kullanımı sadece bir sonuçtur; asıl mesele, o sonucu doğuran nedenleri görebilmektir. Aile içi iletişim, sevgi dili, sınır koyma biçimi ve çocuğun duygusal ihtiyaçları bu nedenlerin başında gelir.

Toplum olarak da bu konuda daha duyarlı olmalıyız. Madde kullanan bir çocuk, “kötü” değildir. O, yardıma ihtiyacı olan bir bireydir. Aileler, öğretmenler, arkadaşlar ve bizler; hepimiz bu çocukların yanında olmalı, onları dışlamak yerine anlamaya çalışmalıyız. Çünkü bir çocuğun hayatı, bir kelimeyle değişebilir. O kelime bazen “anlıyorum” olur, bazen “buradayım”.
Unutmayalım, fark etmek kurtarır. Sessiz çığlıkları duymak, bir çocuğun karanlıktan çıkış yolunu aydınlatabilir.