Yasaklı madde kullanımı, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın kanayan yarası. Ama bizde yarayı daha derin yapan bir gerçek var: Kullanım yaşının hızla düşmesi. Artık bu sorun, “başkalarının çocukları” diye uzak tutulacak bir mesele değil. Sokakta, okulda, mahallede, hepimizin yanı başında.

Peki gençleri bu yola iten ne?

Cevap, tek bir sebep değil; birbiriyle iç içe geçmiş birçok neden. En başta umutsuzluk var. Geleceğe dair güven duygusu yitirildiğinde, gençler yarınlara değil, bugünün geçici kaçışlarına sarılıyor. İşsizlik, ekonomik sıkıntılar, sosyal baskılar… Bunlar birikirken, gençlerin gözünde “başka yol” kalmadığı algısı oluşuyor.

Bir diğer neden, aidiyet arayışı. Ailesinden, okulundan, toplumdan yeterince ilgi göremeyen genç, kendini dışlanmış hissediyor. İşte bu boşluğu doldurmak için yanlış çevrelere yöneliyor. Arkadaş baskısı, “gruba ait olma” isteği, merak ve macera duygusu derken, ilk adımlar atılıyor. Sonrası ise çoğu zaman geri dönüşü zor bir girdap.

Ayrıca toplum olarak sorunları konuşmaktan korkuyoruz. Yasaklı maddeyi sadece “ayıp” ya da “suç” kelimesiyle anmak, gerçeği değiştirmiyor. Konuşmadıkça, gençler suskunlukta boğuluyor. Onların yalnızlığını, çaresizliğini duyamıyoruz. Oysa en etkili önlem, gençleri dinlemek. Sadece nasihat vermek değil, yanında olduğunu hissettirmek.

Bu tabloyu tersine çevirmek için önce farkındalık gerek. Okullarda daha erken yaşta bilinçlendirme, ailelerde daha sağlıklı iletişim, toplumda daha çok dayanışma… Çünkü gençliği sadece yasaklarla koruyamayız. Onlara umut, güven ve alternatif sunmalıyız.

Unutmayalım: Bir gencin hayata tutunması, sadece kendisi için değil, toplumun geleceği için de bir kazançtır. Eğer biz o eli zamanında tutmazsak, kaybolan her genç, aslında hepimizin kaybıdır.