Şehirde bir çocuk için spor, günlük yaşamın doğal bir parçasıdır. Sabah uyanır, çantasına formasını koyar, servise biner ve modern bir tesiste antrenmana gider. Sahada uzman antrenöründen taktik alır, maç yapar, duşunu alır ve evine döner. Oysa bu sahnelerin bir benzeri, Türkiye'nin geniş kırsalında yaşayan binlerce çocuk için ne yazık ki hâlâ uzak bir hayaldir. Çünkü oralarda sahaya giden yol taşlı ve engebelidir, top çoğu zaman eskidir, profesyonel bir antrenör bulmak imkânsızdır, hatta bazen basit bir oyun alanı bile yoktur.

Kırsalda spora erişim, Türkiye'nin en az konuşulan ama toplumsal gelişimimiz açısından en derin problemlerinden biridir. Çocukların doğuştan gelen oyun oynama hakkı, sağlıklı fiziksel gelişimleri, takım ruhu edinmeleri ve özgüvenlerini inşa etmeleri gibi kavramlar, büyükşehirlerdeki çocuklar için standart birer olanakken, birçok köyde bu temel imkanlar neredeyse hiç mevcut değildir. Bu imkânsızlık sadece fiziki altyapı yetersizlikleriyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda zihinsel boyutları da vardır. Çünkü o çocuklara, potansiyellerini ortaya çıkaracak, onlara ilham verecek, "Sen de yapabilirsin" diyecek bir rol model veya bir rehber bulunmaz.

Şehirde bir futbol topu, sıradan bir nesne olabilir. Ancak o top, kırsaldaki bir çocuğun gözünde bambaşka bir anlam taşır. O top, onun hayata tutunma şekli, içindeki sınırsız enerjiyi dışa vurma biçimi, belki de kurduğu ilk büyük hayaldir. Toprak sahada yuvarlanan o basit nesne, bir çocuğun hayallerini besleyen, ona umut veren, belki de tüm kaderini değiştirecek katalizör görevi görebilir.

Ne yazık ki, günümüzde bile birçok köy okulunun spor salonu yoktur veya mevcut olanlar yetersiz durumdadır. Köy takımları ya hiç kurulamıyor ya da var olanlar yeterince desteklenmiyor. Gönüllü antrenörler, kırsal bölgelerdeki ulaşım sıkıntıları nedeniyle bu bölgelere ulaşmakta zorlanıyor. Devletin projeleri yetersiz kalıyor, özel sektör ise bu hayati toplumsal alana henüz gereken duyarlılığı ve yatırımı göstermiyor.

Ancak bu tablo, değişimin imkânsız olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, küçük de olsa atılacak her adım büyük farklar yaratabilir. Basit gönüllü hareketler, spor malzemesi bağış kampanyaları, kırsal bölgelerde düzenlenen küçük mahalle veya köy turnuvaları bile bir çocuğun gözündeki parıltıyı yeniden canlandırmaya yeter.

Şunu asla unutmamalıyız: Her çocuğun doğuştan gelen yeteneği eşit dağılmayabilir, ancak her biri eşit ilgi, eşit fırsat ve eşit imkanı kesinlikle hak eder. Eğer sporu sadece kentli çocuklara sunarsak, ülke olarak yarım kalırız, potansiyel yetenekleri keşfedemeyiz. Belki de aradığımız o sıra dışı yetenek, o yıkılmaz azim, o saf ve katıksız tutku; adı duyulmamış bir köy okulunun bahçesinde lastik topla oynayan çocukta saklıdır.

Bir gün biri çıkar, o köye standartlara uygun küçük bir saha yapar. Bir başkası forma gönderir, biri gönüllü antrenör olur… İşte o zaman spor, gerçek anlamda eşitlenir ve her çocuğun hakkı olur. Çünkü bazen sadece bir top yeterlidir. Yeter ki birileri, o topun engellere takılmadan özgürce yuvarlanacağı yolu açsın ve o minik yüreklerdeki umut tohumlarını beslesin.