Daha emeklemeyi öğrenmeden eline tablet verdiğimiz çocuklar büyüyor şimdi. Çizgi filmlerle uyuyup, reklamlara bakarak yemek yiyorlar. Parmakları ekran kaydırmayı biliyor ama topa nasıl vurulacağını öğrenemiyor. Oysa biz bu sahneyi alkışlarla izliyoruz. “Ne kadar zeki!” diyoruz. Ama farkında değiliz: Zekâyı değil, bağımlılığı ödüllendiriyoruz.
İronik olan şu ki, teknolojiye en çok maruz kalan çocuklar bizimkiler. Oysa o teknolojiyi icat edenlerin çocukları ekran yüzü görmeden büyüyor. Biz, çocuklarımızı “çağın gereklilikleri” bahanesiyle tablete teslim ederken; o teknolojiyi yaratanlar, kendi çocuklarını doğaya, hayal gücüne ve insan temasına emanet ediyor. Silikon Vadisi’nde, Google’ın, Facebook’un, Apple’ın yöneticileri yıllardır aynı çizgide: çocuklara ekran yok, hatta bazısı internet erişimini 14 yaşına kadar tamamen yasaklıyor.
Neden mi? Çünkü onlar teknolojinin parlak arayüzünün arkasındaki karanlık gerçekliği biliyor. Ne kadar dikkat çaldığını, bağımlılığı nasıl tetiklediğini, çocuğun gelişimsel süreçlerine nasıl sızdığını çok iyi biliyorlar. Kodun içini yazanlar, algoritmanın nasıl çalıştığını da, nasıl bağımlılık ürettiğini de en ince ayrıntısına kadar biliyor. O yüzden, koruma kalkanını bizden önce çekiyorlar.
Bizse ne yazık ki sadece tüketiciyiz. Paketlenmiş teknolojiyi “akıllı çözüm” diye satın alıyor, sonra çocuğumuzu susuyor diye mutlu oluyoruz. Üstelik tüm bunları yaparken, “çocuk geri kalmasın” diyerek vicdanımızı da rahatlatıyoruz. Ama geride kalan aslında çocuk değil; biziz. Çünkü asıl sorumluluğumuz olan rehberliği, teknolojinin insafına bırakmış oluyoruz. Üretenler frene basarken, biz hâlâ gaza basıyoruz.
Onlar çocuklarını doğada, oyunla, soruyla, merakla büyütüyor. Biz ise dijital oyuncaklarla avutuyor, algoritmalarla baş başa bırakıyoruz. Belki de en acı gerçek şu: Teknolojiyi bilenler, onun çocuklar üzerindeki etkisini en çok ciddiye alanlar. Bilmediğimiz şeyi ise biz gözü kapalı çocuklarımıza sunuyoruz.
Bizim çocuklarımız ise beş yaşında YouTube algoritmasını ezbere biliyor, altı yaşında TikTok filtrelerini çözüyor. Ama aynı çocuk bir metni okuyamıyor, arkadaşlık kurmakta zorlanıyor, sıkılmaya tahammül edemiyor. Çünkü gerçek hayat sabır ister, ekran ise hız. Ve biz onları hızın içine bırakıyoruz. Sonra da neden odasından çıkmadığını merak ediyoruz.
Teknoloji kötü değil elbette. Ama kontrolsüz ve rehbersiz teknoloji, özellikle gelişme çağındaki bir çocuk için sessiz bir zehir gibidir. Çünkü ekran sadece zaman çalmaz; dikkat çalar, merak çalar, hatta hayal gücünü çalar.
Bugün ebeveynliğin en büyük sınavı, çocuğu susturmak için değil, yaşatmak için neyin doğru olduğuna karar verebilmektir. Soru şu: Gerçekten büyüyen bir çocuk mu istiyoruz, yoksa sadece “oyalanmış” birini mi?
Cevap, elimizde tuttuğumuz ekranla değil, göz göze geldiğimiz çocukla verilir.