Bir zamanlar insanlar, gün doğumunu izlerken keyifle kahvelerini yudumlar, pencereden süzülen rüzgârla serinleyip içten bir "Bugün hava ne güzel" demeyi bilirdi. Şimdi ise sabah gözümüzü açar açmaz bildirimlerin karanlık girdabına gömülüyoruz. Dünya yanmış, ekonomi çökmüş, birileri trend olmuş, birileri linç edilmiş… Daha güne başlamadan içimiz daralıyor, zihnimiz karmakarışık oluyor.
Sakinlik artık bir ayrıcalık gibi, hatta bazıları için neredeyse şüpheli bir durum. "Bu kadar gürültünün, kaosun içinde nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?" diye soruluyor adeta. Oysa sorun da tam burada: Sakin olmak, yaşamanın doğasında olan, olması gereken doğal bir hâl değil de, sanki bir kaçış, kopuş yoluymuş gibi algılanıyor. Bu algı, bizi durmadan koşturmaya, sürekli bir şeylerle meşgul olmaya itiyor.
Zihnimiz, tıpkı telefon ekranlarımız gibi: sürekli açık, sürekli meşgul, sürekli yeni verilerle dolu. Hiçbir yere yetişmek zorunda değilken bile, içimizde garip bir acele hissiyle dolup taşıyoruz. Trafikte sabırsız, evde huzursuz, işte gerilmiş bir haldeyiz. Dinlenmek için ekran başına geçiyoruz ama asıl yorgunluk, o dijital dünyanın bitmek bilmeyen akışında başlıyor. Çünkü ne zaman dinleneceğimizi, ne kadar "sosyal" olacağımızı bile algoritmalar belirliyor artık. Kendi ritmimizi kaybetmiş durumdayız.
Oysa sade bir gün geçirmek, sessiz bir yürüyüşe çıkmak, telefonu sessize almak lüks değil; bir ihtiyaç. Ruhumuzun ve zihnimizin nefes alması için elzem. Ne yazık ki sakinlik, tüketim çılgınlığının, performans baskısının, her an "görünür" olma kaygısının arasında eziliyor, yok olup gidiyor. Sanki durursak düşecekmişiz gibi, sürekli koşturuyoruz. Nereye? Kimse bilmiyor. Bu anlamsız koşuşturmaca, bizi kendimizden, özümüzden uzaklaştırıyor.
Belki de artık sormamız gereken soru şu: Hızlı yaşamak mı bizi güçlü kılar, yoksa arada bir durup derin bir nefes almak mı? Sakince yaşamak, pes etmek değil. Aksine, kendine sahip çıkmaktır. Gürültüye rağmen sessiz kalabilmek; dünyanın dayattığı hızdan geri adım atabilmektir. Bu, bir isyan değil, kendi varoluşumuza saygı duymanın bir göstergesidir. Çünkü bazen en cesur eylem, hiçbir şey yapmadan bir ağacın gölgesine oturup hayatı, kendi iç sesimizi dinlemektir.