Bugünlerde emlak piyasasında en çok konuşulan konulardan biri, yabancı yatırımcıların artan ilgisi ve bunun yerel dinamikler üzerindeki etkisi. Geçtiğimiz günlerde İzmir'in yabancı yatırımcıların radarına girdiğinden bahsetmiştik. Özellikle Avrupa ve Körfez ülkelerinden gelenlerin Urla, Güzelbahçe, Seferihisar gibi bölgelere olan ilgisi, şehrimizi uluslararası yatırım haritasında daha görünür kılıyor. Ancak bu durum, yalnızca bir fırsat mı sunuyor, yoksa beraberinde bazı riskleri de taşıyor mu?

Yabancı yatırımın ülkeye döviz girişi sağlaması ve gayrimenkul sektörünü canlandırması şüphesiz ekonomik açıdan olumlu bir tablo. İnşaat sektörü hareketleniyor, yeni projeler hayata geçiyor. Bu, kısa vadede ekonomiye nefes aldırıyor gibi görünebilir. Ancak madalyonun diğer yüzü, özellikle yerli alıcılar için düşündürücü bir tablo çiziyor.

Dövizle konut alan yabancılar, kur avantajını kullanarak piyasa fiyatlarını hızla yukarı çekiyor. Bu durum, yerli vatandaşın aynı rekabet gücüne sahip olmamasından dolayı konut alımında geri kalmasına neden oluyor. Birçok aile, doğup büyüdüğü semtte, hatta kendi şehrinde bile artık ne kiralık ne de satılık uygun bir ev bulabiliyor. Özellikle gençler, yeni evlenen çiftler ve dar gelirli gruplar için bu durum, ciddi bir barınma krizine dönüşerek sosyal bir sorun haline geliyor.

Peki, bu dengesizliği gidermek için ne yapılabilir? Bazı ülkeler, bu hassas dengenin bozulmaması adına çeşitli sınırlamalar getiriyor. Örneğin, belirli bölgelerde yabancıya konut satışı kotaya bağlanıyor, hatta bazı durumlarda tamamen yasaklanıyor. Türkiye'de de benzer bir uygulama gündeme gelmeli mi? Bu, üzerinde ciddi düşünülmesi gereken bir tartışma konusu.

Konuya toptan bir yasaklama getirmek kısa vadede sektöre zarar verebilir. Ancak hiçbir sınırlama olmaksızın mevcut durumun devam etmesi, uzun vadede telafisi zor sosyal ve ekonomik sorunlara yol açabilir. Bu noktada belirli bölgelerde kota koymak, vatandaşlık için yatırım limitini artırmak veya en önemlisi, yerli alıcıya yönelik destekleyici politikalar üretmek gibi adımlar, daha sürdürülebilir bir modelin kapısını aralayabilir.

Unutulmamalıdır ki, konut sadece bir yatırım aracı değil, aynı zamanda temel bir yaşam hakkıdır. Yabancı yatırımcıyı tamamen dışlamak yerine, yerliyle olan rekabetini adil bir zemine oturtmak, herkesin barınma hakkına saygı duymak anlamına gelir. İzmir, büyüyor ve küreselleşiyor. Ancak bu büyüme, dengeli ve kapsayıcı olmazsa, şehrin kimliğini ve yaşanabilirliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu nedenle, şimdi doğru adımları atma zamanı.