Bir zamanlar hayal kurmak, çocukluğun en doğal refleksiydi: Bir karton kutu uzay mekiğine, battaniye bir çadıra, masa altı ise gizli bir karargaha dönüşürdü. Büyüdükçe hayaller küçülmezdi, sadece şekil değiştirirdi. Bir müzik, bir şehir, bir meslek, bir sevda... İnsan, hayal ettiği kadar yaşardı. Şimdi ise sanki tam tersi: Yaşadığımız kadar hayal ediyoruz. O da çoğu zaman, ekrandan artan zaman kadar.
Hayali unuttuk; çünkü hızın içinde nefes alacak boşluk bırakmadık. Gün, bildirimlerle parçalara bölünüyor. Zihin, dikkat kırıntılarıyla besleniyor. “Ne kadar çok gördüysek, o kadar biliyoruz” sanıyoruz. Oysa hayal, görmediğin yerin haritasıdır; sessizlik ister, yavaşlık ister. Bu çağın hızı ve gürültüsüyle tamamen zıt bir durum.
Bir de “gerçekçilik” adıyla üzerimize çöken bir ağırlık var. Her fikir, daha doğmadan uygulanabilirlik raporuna gönderiliyor. “Bütçesi ne, getirisi ne, süresi ne?” diye sorgulanıyor. Hayal, Excel’e sığmadığında çöpe gidiyor. Çocuklara "büyüyünce ne olacaksın?" diye sorduğumuzda, özgürleşmeden "mantıklı seçenekler" listesi geliyor. Mantıklı olmak iyidir elbet, ama sadece mantıkla büyüyen bir hayat, bir yerden sonra dar gelir. Hayal, o darlığı genişleten tek şeydir.
Sosyal medya da işi iyice karıştırdı. İlham alalım derken, kıyasa boğulduk. Başkasının parlatılmış hayatı, bizim hayal gücümüzün üstüne gölge düşürüyor. “Onlar yapmış, ben niye yapamadım?” cümlesi, “Ben ne istiyorum?” sorusunu susturuyor. Kendi hikayemizi yazmak yerine, başkalarının fragmanlarını izliyoruz. Fragman güzel, ama film nerede?
Oysa hayal kurmak bir lüks değildir; hayatta kalma tekniğidir. Zor zamanlarda insanı ileriye taşıyan şey, gerçekliğin ötesine uzanan o ince ışıktır. Bir mahallenin dönüşümü de, bir ülkenin atılımı da, bir çocuğun yolu da önce hayalde başlar. “Olmaz” diyen çoktur; “nasıl olur?” diye soranlar tarihi değiştirir.
Belki de unuttuğumuz bu kası geri kazanmanın en iyi yolu yavaşlamak. Telefona uzanmak yerine, bir cümleyi biraz daha kurcalamakla. Sonuç baskısını gevşetip, sürecin tadını hatırlamakla. Çünkü hayal, çoğu zaman saçma görünen bir tohumla filizlenir ve bir gün "keşke ben düşünseydim" dedirten fikre dönüşür.
Bu çağın en radikal eylemi belki de şudur: Bir süreliğine ekranı kapatıp gözleri kapamak… Ve kendi içimizin karanlığında o kıvılcımı aramak. Çünkü ışık, önce içeride yanar.