Artık bir haber gördüğümüzde ilk tepkimiz ister istemez "Bu gerçek mi?" oluyor. Yaşadığımız çağda bilgiye ulaşmak kolay, evet, ama doğru bilgiye ulaşmak adeta imkansız bir görev haline geldi. Herkes birer haberci, herkes bir yorumcu, herkes bir şeyler söylüyor. Peki, bu ses kalabalığında neyin gerçek, neyin kurgu olduğunu nasıl anlayacağız, kime güveneceğiz?
Bir video düşüyor internete; dakikalar içinde milyonlar izliyor, yüz binler paylaşıyor, yorumlar sel gibi akıyor. Ortam bir anda alevleniyor. Saatler sonra videonun montaj olduğu, hatta tamamen uydurma olduğu ortaya çıkıyor ama ne fayda! İş işten çoktan geçmiş oluyor. İnsanların zihinlerinde kalan, o ilk andaki duygunun yarattığı iz. Kızgınlık, korku, öfke… Çünkü sosyal medya reflekslerle çalışıyor; düşünmek, araştırmak, doğrulamak gibi kavramlara yer yok. Sadece hızlı tüketmek ve anlık tepki vermek var.

Geleneksel medya ise maalesef çoktan güven kaybetti. Tarafsızlık iddiası, yerini bariz bir şekilde taraflı senaryolara bıraktı. Haber bültenleri objektif bilgi sunmak yerine, adeta birer ajans bülteni gibi çalışıyor; kendi önceliklerini, kendi bakış açılarını dayatıyor. Doğru olan değil, daha çok ilgi çeken, daha çok etkileşim alan, yani "tıklama" getiren kazanıyor. Çünkü reyting ve okunma sayıları, artık her şeyin önünde. Gazeteciliğin temel prensipleri, bu ticari kaygılar arasında ezilip gidiyor.
Hal böyle olunca, bilgi kirliliği sıradan bir sorun olmaktan çıkıp, ciddi bir toplumsal tehdit haline geliyor. İnsanlar kutuplaşıyor, manipülasyonlar hızla yayılıyor, algılar ustaca yönetiliyor. Gerçeklik, artık herkesin kendi ekranından, kendi filtresinden baktığı şeye dönüşüyor. Ve en tehlikelisi, bu sahte gerçekliğe, zamanla gerçekten inanmaya başlıyoruz. Zihnimizdeki sınırlar bulanıklaşıyor, doğru ve yanlış arasındaki çizgi kayboluyor.

Oysa sorgulamak, beklemek, doğrulamak artık en büyük erdem. "Bir yerde okudum", "bir videoda gördüm" cümleleriyle her şeyin meşrulaştırıldığı bu çağda, en büyük sorumluluk belki de kendimize düşüyor: Her duyduğumuz veya gördüğümüz bilginin karşısına dikilip "Bu gerçekten doğru mu?" sorusunu sormak. Çünkü bilgiye değil, doğru bilgiye ulaşmak, özgür bireyin temel hakkıdır. Ve bu hakkı savunmak, bugünlerde gerçek bir cesaret işidir. Aksi takdirde, karanlıkta yönünü kaybetmiş bir gemi gibi savrulup duracağız.