Şarkıcı Güllü’nün yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan olay, toplumda yalnızca bir üzüntü değil, aynı zamanda derin bir şaşkınlık duygusu yarattı. Bu şaşkınlığın temelinde, olayın aile içi bir bağın içinde gerçekleşmiş olması yatıyor. Anne–çocuk ilişkisi, toplumun en güvenli alanlarından biri olarak kabul edilir. Bu alan sarsıldığında, ilk refleks çoğu zaman hukuki düşünmek değil, duygusal tepki vermek oluyor.
Oysa hukuk, tam da bu anlar için vardır.
Ceza hukukunun başlangıç noktası masumiyet karinesidir. Bir kişi hakkında soruşturma yürütülmesi, onun suçlu olduğu anlamına gelmez. Hukuk düzeninde suçluluk, ancak usulüne uygun yürütülen bir yargılama sonunda ve kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla belirlenir. Toplumsal tepkinin yoğun olduğu zamanlarda bu ilkenin göz ardı edilmesi, yalnızca bireyin değil, adalet duygusunun da zarar görmesine yol açar.
Hukuki açıdan mesele, yalnızca ölümle sonuçlanan bir olay değildir. Ceza hukuku, sonucu değil; sorumluluğu inceler. Fail olduğu iddia edilen kişinin cezai ehliyeti, ruhsal durumu, algılama ve irade yeteneği, olay anındaki psikolojik hâli bilimsel veriler ışığında değerlendirilmelidir. Hukuk, sezgilerle değil, delillerle konuşur.
Aile içi olaylar, çoğu zaman “özel alan” gerekçesiyle uzun süre hukuki denetimin dışında kalmaktadır. Oysa suç, nerede ve kimler arasında işlendiğinden bağımsız olarak suçtur. Aile bağı, hukuki sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Bu tür vakalar, hukukun geç devreye girmesinin nasıl telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabildiğini açıkça göstermektedir.
Olayın kamuoyuna aktarılma biçimi de hukukçu bakış açısından ayrıca önemlidir. Medyada ve sosyal platformlarda kullanılan kesinlik içeren ifadeler, peşin hüküm oluşturur ve adil yargılanma hakkını zedeler. Hukuk devleti, yargılamanın manşetlerde değil, mahkeme salonlarında yapılmasını esas alır. Basının sorumluluğu yargı dağıtmak değil, sürecin sağlıklı işlemesine katkı sunmaktır.
Bu tür olaylar çoğu zaman “ani” olarak nitelendirilse de, geriye dönüp bakıldığında genellikle göz ardı edilmiş riskler olduğu görülür. Ruh sağlığı sorunları, aile içi gerilimler ve çevrenin bildiği ancak hukuki karşılık bulmayan uyarılar, zamanında değerlendirilmediğinde ağır sonuçlar doğurur.
İşte tam bu noktada önleyici hukuk kavramı önem kazanır.
Hukuk, yalnızca olaydan sonra cezalandıran bir sistem değildir. İnsan onurunu ve yaşam hakkını koruyan bir hukuk düzeni, riskleri önceden görmeyi ve müdahale etmeyi de görev kabul eder. Ruh sağlığına ilişkin ciddi risklerde erken hukuki tedbirlerin alınması, aile içi çatışmalarda sosyal hizmetlerle adli makamlar arasında etkin bir iş birliğinin sağlanması, yerel düzeyde koruyucu ve yönlendirici mekanizmaların güçlendirilmesi, benzer olayların önlenmesi açısından hayati önemdedir.
Adalet, sonradan verilen bir karar değil; zamanında işletilen bir sistemle anlam kazanır.
Şaşkınlık geçer, gündem değişir.
Ancak hukuk geç kalırsa, kaybedilen hayat geri gelmez.

Av. Bekir Şahiner