Sabah kalkar kalkmaz gördüğümüz ilk şey: göz kamaştırıcı bir başarı hikayesi. Sosyal medya, adeta başarıyla mayalanmış bir vitrin gibi. Kimisi genç yaşta bir girişim kurmuş, kimisi birkaç ayda yepyeni bir dil öğrenmiş, kimisi bir günde on kitap bitirmiş, kimisi beş saat uykuyla maraton koşmuş. Başaramayanın, tökezleyenin, yavaş ilerleyenin sesi duyulmuyor artık. Sanki yaşamak, sadece başarıyla ölçülen bir yarışa dönüştü; durmaksızın koşturduğumuz bir arena…
Ama durun. Gerçekten herkes başarılı olmak zorunda mı? Ya da daha doğru soralım: Kime göre, neye göre başarılı? Bu soruları sormadan, önümüze konulan “başarı” tanımının peşinden sürükleniyor muyuz?
Bu çağda “başarı” kelimesi bile yoruldu, anlamı içten içe boşaldı. Çünkü artık içi boş bir toplumsal baskıya dönüştü. Üniversite mezunuysan yetmez, yüksek lisans yap. İyi bir işin varsa yetmez, kendi işini kur, girişimci ol. Kitap okuyorsan az, daha fazla oku, daha çok üret. Hep bir “yetmezlik” hali, sürekli bir “daha fazlasını yapmalısın” fısıltısı… Oysa belki de bazılarımız sadece huzurlu olmak istiyor. Sessiz bir hayat yaşamak, sevdikleriyle daha çok vakit geçirmek, kimseyle yarışmadan, sade bir ömür sürmek… Bunlar "başarısızlık" mı sayılmalı?
Ne var ki toplum, başarıyı bir etiket gibi, sanki bir nişan gibi dağıtıyor. Sınav sonuçları, kariyer basamakları, banka hesapları, takipçi sayıları… Hep daha fazlası, hep daha üstü… Böyle olunca insanlar bir değil, birçok kimlik takmak zorunda kalıyor: hem başarılı çalışan, hem örnek ebeveyn, hem sosyal kelebek, hem sürekli üreten ve gelişen biri… Bu durum, içsel bir çatışmaya ve yorgunluğa yol açıyor.
Oysa başarının tanımı kişiye özel olmalı. Herkesin kendi iç dünyasında, kendi değerleriyle yankılanan bir tanımı olmalı. Kimi için sabah erken kalkıp güne zinde başlamak, kimi için sosyal kaygısını yenip topluluk içinde konuşmak, kimi için hayatını sadeleştirip minimalist bir yaşam sürmek… Bunların hepsi kendi içinde birer başarıdır. Herkesin hayatta zirveye çıkması, en tepeye tırmanması gerekmez. Bazılarımız da dağın eteklerinde, sessizce çiçek toplamayı sever. Ve bu da, en az zirveye ulaşmak kadar değerli, belki de çok daha anlamlıdır.
Başarı, gösteriş değil; iç huzuruyla yaşanan bir tatmindir. Başkalarının dayattığı kriterlere uymak zorunda değiliz. Önemli olan, kendi yolumuzu bulmak ve o yolda kararlılıkla yürümektir. Belki yavaş, belki sessiz, ama bize ait olan bir yol… Ve belki de en hakiki başarı, bu özgün yolu bulup, kendi içsel denge ve mutluluğumuzu sağlamaktır.