Ne zaman iki kişi bir araya gelsek, laf mutlaka oraya geliyor: “Nerede o eski bayramlar”, “Bizim zamanımızda sokakta oynardık”, “Şimdiki gençlik bir garip.” Hatta daha ileri gidip, “Her şeyin tadı kaçtı” diye dertlenenler bile oluyor. Eskinin güzelliğini hatırlamak başka, bugünü toptan çöpe atmak başka. Ama biz bunu sıkça karıştırıyoruz.
Bir dönem vardı ki annemiz pazar filesiyle alışverişe giderdi, televizyon sadece akşamları açılırdı. Komşuya gitmek için randevu gerekmezdi, çocuklar sokakta üstü başı toz içinde ama gözleri ışıl ışıl dönerdi eve. Oyunlar basitti ama gerçekti. Bir taş, bir ip, bir çamur bile oyuna dönüşürdü. Elbette güzeldi. Ama o zamanlar da başka türlü dertler vardı. Isınmak meseleydi, bilgiye ulaşmak kolay değildi, özgürlükler sınırlıydı. Her çağın kendi derdi, kendi güzelliği vardı.
Bugün ise teknoloji var, konfor var. Ama nedense içimizi ısıtan şeyler azaldı. Sosyal medya sayesinde binlerce kişiye ulaşabiliyoruz ama aynı sofrada bir saat oturamaz hale geldik. Herkes her şeyi paylaşıyor ama kimse gerçeği konuşmuyor. Samimiyet, algoritmalar arasında kayboluyor. Aile içindeki iletişim bile bildirimlere yeniliyor. Evler dolu ama sohbet eksik.
Bugünün çocukları toprağa basmıyor belki ama ekranın karşısında başka bir evrende büyüyorlar. Tabletten öğreniyor, telefondan eğleniyor, uygulamalardan arkadaş ediniyorlar. Kötü mü? Hayır. Ama eksik. Çünkü çocukluğun olmazsa olmazı olan keşif, sıkılma, hayal kurma gibi şeyleri yaşamıyorlar. Her şey önceden hazır, paketlenmiş, hızlı tüketim için kurgulanmış. Hayatı tatmadan geçip gidiyorlar.
Ama asıl mesele şu: geçmişin güzelliği, yaşanmış olmasından geliyor. Hafızamız acıyı silerken, geriye sadece huzur bırakıyor. Bu yüzden bugünü daima daha eksik hissediyoruz. Oysa gerçek şu ki, geçmiş de bugünün kendisiydi bir zamanlar. Biz yaşarken eksik sandık, sonra hatırlarken değer biçtik.
Bir toplum sürekli geçmişe özlemle yaşarsa, geleceğe yatırım yapamaz. “Her şeyin eskisi güzeldi” diyerek bugünü değersizleştirmek, geleceği hazırlıksız bırakmak olur. Oysa mesele, geçmişi unutmak değil; bugünü yaşarken ona da bir gün özlem duyulacağını fark edebilmek.
Unutmayalım, bugün de yarının “eski güzel günleri” olacak. Belki de mesele, geçmişi sevmekle bugüne haksızlık etmeden ilerleyebilmeyi dengeleyebilmekte. Çünkü nostalji güzeldir, ama geleceği ipotek altına almadığı sürece.