Eskiden bilgiye ulaşmak için çaba gerekirdi. Kitap karıştırırdık, kütüphanelerde saatler geçirirdik, bilen birini bulup sorardık. Şimdi her şey bir tık ötede. Sormadan cevaplar yağmur gibi yağıyor üstümüze. Ne ararsak var. Ama neye ihtiyacımız olduğunu bilen yok.

Bilgi çağında yaşıyoruz, evet. Telefonlarımızda bir kütüphaneden fazla veri taşıyoruz. Çocuklar tarih bilmeden tarih yorumu yapıyor, gençler ekonomi okumadan piyasa analizi yapıyor. Herkes her şeyi biliyor ama kimse bir şeyin derinine inemiyor. Çünkü öğrenmek başka, ezberlemek başka. Ve en önemlisi: Bilmek, bilinçli olmak demek değil.

Bilinç, bilgiyi süzgeçten geçirmeyi, sorgulamayı, doğruyla yanlışı ayırmayı gerektirir. Oysa bugün herkes kendi doğrusunun peşinde. Algoritmalar bizi hoşumuza giden içeriklerle besliyor, düşüncemizle uyuşmayanı görmemize bile izin vermiyor. Bilgi bize hizmet etmiyor, bizi yönetiyor. Ve biz, sahip olduğumuzu sandığımız bu bilginin esiri oluyoruz.
Günün sonunda hepimiz sonsuz bir içerik okyanusunda yüzüyoruz ama çoğumuz yüzme bilmiyoruz. Sadece başlıklarla, yorumlarla, alıntılarla fikir sahibi olduğumuzu sanıyoruz. Ama bu bilgi değil; sadece yankı. Bilginin içeriği değil, ambalajı önemli hale geliyor. En çok paylaşılan değil, en çok bağıran kazanıyor. Ve bu yarışta derinlik kaybediliyor.

Sosyal medyada dakikada dünyaya dair yüzlerce haber akıyor. Ama sonra biri geliyor, bilinen en basit gerçeği çarpıtıyor ve milyonlar inanıyor. Çünkü hız, düşünmeyi yavaşlatıyor. Çünkü bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, onu içselleştirme zahmetli geliyor. Bize “bilgi” adı altında sunulan şeylerin çoğu sadece fikir kırıntısı. Derinliksiz, bağlamsız, yönlendirilmiş.
Üstelik bu sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir tehdit. Çünkü bilinçsiz bilgi kalabalığı, kutuplaşmayı, öfkeyi, manipülasyonu besliyor. İnsanlar artık okumuyor, sadece izliyor. Sorgulamıyor, sadece tepkisel yaşıyor. En büyük kriz ise şu: Hangi bilginin doğru, hangisinin yönlendirme olduğunu ayırt edemiyoruz.

Peki, bu nasıl bir çağ? Herkesin bilgiye sahip olduğu ama çok az insanın aklını kullandığı bir çağ. Eleştirel düşüncenin yerini etiketler, derinliğin yerini başlıklar almış durumda. Düşünen değil, hızlı tüketen kazanıyor. Gerçek değil, sansasyon rağbet görüyor.

Eğer bilgi çağında bile bilinçsiz kalıyorsak, mesele eksik bilgi değil; eksik bakış. Sorun cehalet değil sadece, konforlu cehalet. Çünkü artık kimse öğrenmek için acı çekmek istemiyor. Emek harcamak zor geliyor, hazıra alıştık.
Belki de artık soruyu şöyle sormalıyız: “Gerçekten bilgi mi istiyoruz, yoksa sadece doğrulandığımızı hissetmek mi?” Çünkü farkında olmadan ekranlarda okuduklarımızla değil, sorgulamadıklarımızla şekilleniyoruz.

Ve evet… Bilgiye ulaşıyoruz, ama o bilgiyi kendimize katacak sabrı, çabayı, iradeyi gösteremiyoruz. Asıl eksikliğimiz, veri değil vicdan, bağlantı değil bilinç.