Bu ülkede bir sporcunun "Benim antrenmanım var" demesi hala hafife alınır, neredeyse bir mazeret gibi görülür. Çünkü birçok kişinin gözünde spor, ne yazık ki sadece bir hobi. Boş zamanları değerlendiren, vakit geçirten, "gerçek hayatın" yanına iliştirilen basit bir uğraş. Oysa spor, dünyanın gelişmiş her köşesinde bir meslek, bir disiplin, hatta bir yaşam biçimiyken; bizde hala "okuldan sonra yapılır", "işten artan zamanlarda değerlendirilir" gibi ikincil bir konumda görülüyor.

Peki, bu algının kökeni nerede?

Sanırım zihniyetin temeli oldukça eski: Gerçek işler masa başında yapılır, terlemeden kazanılan para daha değerlidir. Bu yüzden yıllardır ter döken bir genç, ailesine "profesyonel sporcu olacağım" dediğinde, çoğu zaman destek yerine endişeyle karşılaşır. "Peki ya gerçek mesleğin ne olacak?" sorusu, maalesef hala en sık duyulan, can sıkan cümledir.
Sporu sadece hobi olarak görmek, onu küçümsemek demektir. Bu sığ bakış açısı, genç yeteneklerin önünü tıkar, potansiyellerini köreltir. Spor salonları, sahalar, havuzlar yalnızca hafta sonu kaçamağına dönüşür. Antrenman planları 'gerçek hayata' göre sürekli esnetilir, bir başarı geldiğinde ise neredeyse tesadüf gibi sunulur. Oysa spor, her gün yapılan, planlı bir iştir. Ciddi disiplin, büyük fedakarlık ve uzun bir zaman ister. Bunu ancak sporu ciddiye alan, ona hak ettiği değeri veren bir zihniyet başarabilir.

Bu yüzden asıl sorun, sporu küçümseyen bu derin bakışta. "Spor yap ama derslerini aksatma", "Spor yap ama önce ekmeğini kazan" diyen o klasik ama yıkıcı öğütlerde. Çünkü bu sözler, aslında sporun daima ikinci planda kalmasını meşrulaştırıyor.

Şunu artık hepimizin anlaması gerekiyor: Spor sadece profesyonellere değil, toplumun tamamına değer katar. Bir ülkenin gerçek spor kültürü, sahada atılan gollerle değil, zihinlerdeki bu algıyla, yani zihniyetle başlar. Eğer çocuklarımıza, gençlerimize sporu ciddiye alma hakkı tanımazsak, hem bireysel hem de toplumsal sağlığımızdan ve elbette uluslararası başarılarımızdan vedalaşırız.

Sporu 'hobi' olarak görmek yerine, onu hayatın ayrılmaz bir parçası, temel bir ihtiyaç olarak kabul etmeliyiz. Bu bir lüks değil, toplumsal bir mesele. Ve bu meseleyi erteledikçe kaybeden yalnızca sporcular değil, koskoca bir ülke olarak hepimiz oluruz.