Günün 12 saatini masa başında geçiren, sabahları trafiğin çilesine, akşamları günün yorgunluğuna teslim olan bir şehir insanına "Biraz da spor yap" demek, bazen ironi gibi geliyor, değil mi? Sanki alay ediyormuşuz gibi. Ama gerçekten şehir hayatı spor yapmaya engel mi? Yoksa biz mi bu bahaneye sıkı sıkıya sarılmayı, onu bir yaşam tarzı haline getirmeyi çok sevdik?
Aslına bakarsanız, şehir bize her şeyi sunar: Modern spor salonları, geniş yürüyüş yolları, yeşil parklar, bisiklet rotaları, hatta mobil uygulamalar, deneyimli antrenörler, çeşitli grup dersleri... Ancak aynı şehir, aynı anda zamanımızı insafsızca çalar, enerjimizi son damlasına kadar emer, motivasyonumuzu yerle bir eder. Beton binaların, egzoz dumanının ve bitmek bilmeyen kalabalığın arasından geçen biri için koşmak, çoğu zaman bir işkenceye değilse bile ulaşılması zor bir lükse dönüşür.
Ama burada mesele imkansızlık değil, bir öncelik meselesidir. Şehirde yaşamak zor, evet. Yoğun ve yorucu bir tempoya sahip. Fakat hiçbir şehir, her gün 10 dakikalık basit bir esneme hareketine engel değildir. Asansör yerine merdiven kullanmak da kişisel bir tercihtir, işten çıkınca iki durak erken inip evimize yürümek de. Yani şehirle barışmak, onu suçlamaktan çok, içinde çözüm aramakla başlar.
Asıl mesele şu: Şehir, bizi o kadar hızlı ve verimli yaşamaya zorluyor ki, kendimize ayırdığımız her dakika, zihnimizde bir suçluluk duygusu yaratıyor. "Spor yaparsam yemek geç kalır, çocuğa vakit ayıramam, iş yetişmez..." Bu kısır döngüde spor, ne yazık ki hep listenin en altına atılıyor. Oysa kendi bedenine, kendi zihnine iyi bakmayan birinin çevresine de, uzun vadede verimli ve faydalı olması mümkün değildir.
Elbette herkesin evine koşu bandı alacak imkanı yok. Her mahallede pırıl pırıl, kaliteli spor alanı da bulunmayabilir. Ancak bu, hiç hareket etmemek için geçerli bir mazeret olamaz. Çünkü spor, salonlarda, ekipmanlarla değil, önce kafada, zihinde başlar. Ve bazen, o ilk adımı atıp sadece ayağa kalkmak bile yeterlidir.
Şehir yorucu olabilir, yıpratıcı da olabilir. Ama bedeninize hak ettiği değeri ve hareketi vermemek, inanın bana, sizi çok daha fazla yorar.
Belki de artık bahaneleri bir kenara bırakıp, çözümleri konuşma ve uygulama zamanı gelmiştir.
Çünkü en zorlu şehirde bile, kendine gerçekten bakan biri için bir yer her zaman vardır. Hem de en değerli yeri: Kendi hayatının tam ortasında.