2018 yılında yürürlüğe giren İmar Barışı, Türkiye genelinde milyonlarca yapı sahibine yasal zemin kazandırmayı hedefledi. Amaç açıktı: Yıllardır süregelen ruhsatsız veya eksik ruhsatlı yapı sorununa bir son vererek devletle vatandaşı barıştırmak. Kağıt üzerinde cazip görünen bu uygulama, başta büyük ilgi topladı. Peki, aradan geçen yıllar sonunda gerçekten ne oldu?

İzmir gibi yapı stokunun büyük bölümü ruhsatsız veya eksik ruhsatlı olan şehirlerde, İmar Barışı kısa vadede birçok insanı rahatlattı. Yıllardır tapu, elektrik, su gibi temel hizmetlerden tam anlamıyla faydalanamayan ev sahipleri, yapı kayıt belgesiyle bazı haklara kavuştu. Ancak uygulamanın vaat ettiği "barışı" gerçekten getirdiğini söylemek pek kolay değil.
Öncelikle, İmar Barışı ne yazık ki bir affın ötesine geçemedi. Kentsel planlama açısından yapısal bir dönüşüm ya da kalıcı bir gelecek vizyonu sunmadı. Mevcut kaçak yapılar meşrulaştırıldı ancak plansızlık ve düzensizlik olduğu gibi kaldı. Belediyelerin planlama yetkileri bir anlamda devre dışı bırakıldı, şehircilik ilkeleri ve estetik kaygılar askıya alındı. Bu durum, şehirlerin gelecekteki gelişimini olumsuz etkileyecek potansiyel sorunlara zemin hazırladı.

Bazı bölgelerde ise uygulama, büyük bir belirsizlik yarattı. Belge alan vatandaş, yapısını güvenceye aldığını düşünürken, ne deprem yönetmeliğine ne de mühendislik standartlarına uygun olmayan yapılar aynı riskleri taşımaya devam etti. Hatta kimi müteahhitler bu süreci bir fırsata çevirerek, tarım alanlarına, dere yataklarına veya heyelan bölgelerine dahi pervasızca kaçak konutlar inşa etti. Bu durum, hem doğal alanların tahribatına yol açtı hem de gelecekteki olası afetlerde riskleri katladı.

Kısacası, İmar Barışı "barıştan" ziyade, kentleşme sorunlarımıza geçici bir sessizlik getirdi. Asıl sorunlar ise hala yerli yerinde duruyor: plansız kentleşme, yetersiz altyapı ve sağlıksız yapılaşma. İmar Barışı, kentsel planlama açısından günü kurtarmaya dönük, palyatif bir adımdı. Oysa ihtiyacımız olan şey; rantı değil, yaşam kalitesini gözeten, uzun vadeli, katılımcı ve bilimsel temellere dayalı bir imar politikasıdır.

Gerçek barış, devletle vatandaş arasında değil; şehirle insan arasında sağlanmalı. Bunun yolu da geçici ve makyajlama çözümlerinden değil, sağlam ve kalıcı planlamalardan geçer. Şehirlerimizi gelecek nesillere daha yaşanabilir bırakmak, ancak bu bütüncül yaklaşımla mümkün olacaktır.