Bir zamanlar insanın kendini ait hissetmesi için belli yapılar vardı: Aile, okul, mahalle, arkadaş grubu... Gençler, bu alanlarda kendilerine bir yer bulur, oraya kök salar, oradan güç alırdı. Bugün ise tablo çok daha parçalı. Gençler artık bir yere değil, birçok yere biraz biraz ait. Ama belki de hiçbirine tam anlamıyla değil.

Sosyal medya, bu parçalı aidiyet duygusunu iyice keskinleştirdi. Bir genç, gündüz okulda içine kapanık biri olabilirken, akşam Discord’da lider bir ses, TikTok’ta komik bir içerik üreticisi, Twitter’da sert bir aktivist kimliğine bürünebiliyor. Her platform, her ortam farklı bir “versiyon”unu besliyor. Bu çeşitlilik ilk bakışta özgürlük gibi dursa da, derinlerde bir belirsizlik yaratıyor: “Ben gerçekten kimim?” ve “Ben nereye aitim?”

Aidiyet, sadece bir grubun parçası olmak değil, aynı zamanda orada değer görmek, anlaşılmak, kabul edilmek anlamına gelir. Oysa bugün gençlerin çok büyük bir kısmı bir yerlere dahil oluyor ama hâlâ yalnız hissediyor. Çünkü pek çok ortamda görünür olmak var ama gerçekten görülmek yok.

Aileler çocuklarına “biz senin için her şeyi yapıyoruz” diyor, ama gençler “beni gerçekten tanıyor musunuz?” diye soruyor. Okullarda başarı odaklı sistemler gençleri yarıştırıyor ama kimse onların düşerken ne hissettiğini sormuyor. Sosyal medyada binlerce takipçisi olan bir genç, içsel olarak hâlâ tek başına kalıyor.
Bu aidiyetsizlik hali, sadece bir psikolojik sıkıntı değil, toplumsal bir mesele. Çünkü kendini bir yere ait hissedemeyen bir genç, zamanla kendine bile yabancılaşabiliyor. Ya bastırıyor ya savruluyor ya da ait olmak uğruna kendi özünden taviz veriyor.

Peki, çözüm ne? Önce gençleri kalıplara zorlamaktan vazgeçmek. Onları dinlemek, gerçekten dinlemek. Ne söylediklerine değil, ne demeye çalıştıklarına kulak vermek. Ve onlara “sen olduğun halinle kıymetlisin” diyebileceğimiz samimi alanlar yaratmak.

Çünkü gençlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey, “kendileri gibi olabildikleri” yerler. Ve o yer, bir sınıf, bir oda, bir cümle, bir bakış ya da sadece güvenli bir sessizlik bile olabilir.

Çözüm ne mi? Gençleri “düzeltilmesi gereken” bireyler olarak görmekten vazgeçip, “anlaşılması gereken” insanlar olarak kabul etmek. Onlara dinlenebilecekleri alanlar, yargılanmadan konuşabilecekleri ilişkiler ve kimliklerini deneyimleyebilecekleri esneklikler sunmak. Aidiyet, bazen sadece birinin içtenlikle “Sen buraya aitsin” demesiyle başlar.