Maskelerle yaşıyoruz, rollerle seviliyoruz. Sahne kapanınca kim kalıyor geriye, sen mi yoksa oynadığın kişi mi?
İnsan kendisi olabilmek için önce kim olmadığını fark etmeli. Ama ne mümkün! Herkesin cebinde bir persona, bir maske, bir “anlık karakter kartı” var. Üzgünüm ama bazılarınız, “rol yapıyor” bile değil… Oynadığı rol olmuş artık.
Kimisi “cool çocuk” taklidiyle üç kelime edemiyor, kimisi “pozitif vibes only” maskesiyle içindeki karanlık ormanı süpürüyor. Her ortamda başka biri oluyoruz. Evde ağlarken WhatsApp’ta kahkaha efekti atıyoruz. Ofiste ezilirken Instagram’da “boss lady” pozları veriyoruz.
En komiği de “ben her ortamda kendimim” diyenler. Hayır değilsin. Sen her ortamda o ortamın istediği versiyon haline gelmişsin. Adaptasyon gücün yüksek ama gerçekliğin kayıp.
En çok ilişkilerde patlıyor bu maskeli balo. Karşındaki kişiye aşık olduğunu sanıyorsun ama aslında onun oynadığı role tutuluyorsun. Sonra ne oluyor? Rol bitiyor. Sahne kapanıyor. Ve o çok “muhteşem insan” bir anda sinir bozan, yetersiz, ne dediği anlaşılmayan birine dönüşüyor. Çünkü o karakter değil, sadece bir “persona”ydı. Replikler bitti. Gerçek karakter sahneye girmeyi reddediyor.
En tehlikeli tipler ise kendi personasına aşık olanlar. Hani şu “ben böyleyim” deyip iç yüzünü sorgulama zahmetine bile girmeyenler. Onlar eleştiri duymaz. Çünkü onların evreninde tek gerçek kendi aynadaki yansımasıdır. Her söz alkış, her uyarı kıskançlık, her hayal kırıklığı “senin kaldıramamandır.”
Peki ne zaman kendimiz olacağız? Belki de bu kadar persona içinde asıl devrim, “Ben kimim?” sorusuna sahiden cevap verebilmek olacak.
Ve belki de günün sonunda şunu hatırlamak gerek:
Maskelerle sevildik diye, maskelerle yaşamaya devam etmeye mecbur değiliz. Sahne kapanınca geriye kim kalıyor? Sen mi… yoksa oynadığın kişi mi?