Sabah gözümüzü açar açmaz ekrana bakıyoruz, gece yatmadan önce son bir kez daha... Çocuklar sokakta oyun oynamayı unuttu, aileler sofrada sohbet etmiyor. Herkes başını eğmiş, parmaklarını ekranda kaydırıyor. Artık çocuklar sokakta değil, tablet başında büyüyor. Eskiden dedelerimiz, ninelerimiz masallar anlatırdı. Şimdi ise çocuklar, YouTube’da başkalarının ürettiği içeriklere mahkûm.

Çocuklarımızı kim büyütüyor? Ne izlemeye mahkûm ediliyorlar?

Aynı oda içinde bulunan aile bireyleri, birbirlerinden kilometrelerce uzakta gibi. İnsanlar okuma alışkanlığını, yüz yüze sohbet etmeyi, gerçek düşünmeyi unuttu. Dijital dünya bize "sınırsız bilgi" sunuyor ama düşünme yetimizi elimizden alıyor.

Telefonlarımız bizi dinliyor, takip ediyor, yönlendiriyor. "Bu da komplo teorisi" diyenler, bir gün önce konuştukları bir şeyin ertesi gün reklam olarak karşılarına çıkmasına ne diyor? Sosyal medya akışlarımızda beliren haberler, önerilen videolar, karşımıza çıkan içerikler... Hepsi bizim "tercihimiz" mi, yoksa neyi görüp neyi göremeyeceğimizi başkaları mı belirliyor?

Büyük teknoloji şirketleri, istihbarat örgütleri, ticari devler... Verilerimizin kimlerin elinde olduğunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: Hayatımız hakkında bizden fazla bilgiye sahipler. Kiminle konuştuğumuzu, hangi saatlerde nerede olduğumuzu, nelere ilgi duyduğumuzu, hatta ruh halimizi bile biliyorlar.

Bugün sadece "reklam önerisi" yapıyorlar. Peki ya yarın? Kim garanti edebilir bu verilerin kötü niyetli ellerde kullanılmayacağını?

Ve en kötüsü, tüm bunları bile bile devam ediyoruz.

Bir sabah uyandığında telefonun olmadan kaç saat dayanabilirsin?

Eğer cevabın "çok zor" ise, kölelik zaten başlamış demektir.