Her gün markete girerken fiyatlara bakıp iç geçiriyoruz. Dün aldığımız ekmek bugün zamlanmış, peynirin kilosu uçmuş, et artık lüks olmuş. Arabaya binmek, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek… Bunlar artık sadece belirli bir kesimin yapabildiği şeyler. Hayat gerçekten pahalı, ama ne gariptir ki insan hayatının değeri gitgide düşüyor.
Bir insanın ölüm haberi artık kimseyi sarsmıyor. Televizyonda cinayetler, iş kazaları, çocuk istismarları, kadın cinayetleri haberleri birbiri ardına sıralanıyor ama biz kanalı değiştirip başka bir kanala geçiyoruz.
Eskiden komşu açken tok yatılmazdı, şimdi yan dairede biri aç mı değil mi kimse umursamıyor. Yardımlaşma vardı, destek vardı. Şimdi her şey paraya, statüye, güce endeksli. Kendi derdimize düşmekten başkalarının acılarını göremiyoruz. Asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlarca insan var ama birilerinin milyon dolarlık araçlarını konuşuyoruz. Kimi ev bulamıyor, sokakta kalıyor; kimi yazlığına bir yazlık daha ekliyor. Biri çöpten ekmek topluyor, diğeri bir gecede eğlenceye servet döküyor.
Sadece maddi değil, manevi olarak da fakirleştik. Trafikte en küçük bir tartışmada bile insanlar birbirini öldürüyor, sokakta birinin yere yığıldığını görsek dönüp bakmıyoruz. Bir işçi inşaattan düşüp hayatını kaybediyor, iki gün konuşuluyor sonra unutuluyor. Çocuk yaşta evlendirilen kızlar, sokakta öldürülen kadınlar, kaderine terk edilen yaşlılar… Herkes “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyor. Eskiden haber bültenlerinde bir ölüm haberi verildiğinde evlerde hüzün olurdu, şimdi haberin sonuna kadar izleyen bile kalmadı.
Peki nasıl bu hale geldik? Nasıl bu kadar duyarsızlaştık? Paranın her şey olduğunu sanarak, insanlığı ikinci plana iterek… Şimdi oturup bir düşünelim. Gerçekten en büyük kriz ekonomide mi, yoksa insanlığımızı kaybetmekte mi? Çünkü unutmayalım, cebimizdekiler değil, birbirimize verdiğimiz değer asıl zenginliğimizdi. Eğer o değerleri de kaybedersek, dünyanın en büyük servetine sahip olsak bile en büyük kaybeden biz olacağız!