“Deprem öldürmez, ihmal öldürür…”

Bunu defalarca duyduk, ama hiçbir zaman yeterince ciddiye almadık.

Ege, günlerdir sallanıyor. 600’den fazla deprem kaydedildi. Yunanistan’da ada boşaltıldı, okullar tatil edildi, halk güvenli bölgelere yönlendirildi. Peki biz? Biz yine aynı sorumsuzluğumuzla, “Geçti gitti” diyerek günlük hayatımıza devam ediyoruz.

Burası İzmir. 30 Ekim 2020’de depremi yaşadık.

117 insanımızı kaybettik. Enkaz altından çıkarılan çocukları, çaresizlikle bekleyen aileleri, “Sesimi duyan var mı?” çığlıklarını unutmadık. Şehir günlerce yas içindeydi, televizyonlar, gazeteler İzmir’den haber yaptı. Sonra ne oldu? Koca bir “hiç”.

O günlerde “İzmir’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler, bugün nerede? Hangi bina gerçekten güçlendirildi? Hangi evler yıkılıp yenisi yapıldı?

Ama daha acısı, 6 Şubat 2023'te yaşandı…

11 ilimiz yerle bir oldu. 50 binden fazla insanımızı kaybettik. Sevdiklerimizi, dostlarımızı, arkadaşlarımızı… Aileler yok oldu, hayatlar paramparça oldu. Kimimiz en yakın arkadaşını, kimimiz çocukluğunun geçtiği sokakları, kimimiz de geleceğe dair tüm umutlarını kaybetti. İki sene dolmak üzere, üçüncü senesine giriyoruz.

Ama acımız hâlâ taze.

Ve en kötüsü, o büyük felaketin bile bize ders olmamış olması!

İstanbul için “Büyük deprem kapıda” deniliyor. Ege’de fay hatları hareketleniyor. Ama biz ne yapıyoruz? Boş vaatlerle zaman öldürüyoruz. Japonya her yıl 7-8 büyüklüğünde depremler yaşarken bir cam bile kırılmazken, biz de 5 şiddetindeki bir depremde bile insanlar panik içinde kendini sokaklara atıyor. Çünkü biliyoruz ki binalarımızın güvenliği koca bir yalan.

Hâlâ depreme dayanıklılık testi yaptırmayan binlerce apartman var. Çünkü maliyet yüksek, çünkü insanlar “Yıkım kararı çıkar, evsiz kalırız” diye korkuyor. Oysa asıl korkmamız gereken, bir sabah enkaz altında uyanmak.

Şunu kabul edelim: Bu ülkede depremden sonra yapılanlar, depremden önce yapılması gerekenlerin yanından bile geçmiyor.

Deprem çantası dağıtmak, sosyal medyada “Bağış kampanyası” başlatmak, afet sonrası çadır kurmak çözüm değil! Çözüm, binaları sağlam yapmak, şehirleri bilinçli planlamak, deprem olmadan önce önlem almak.

Ama biz hâlâ “İmar affı” gibi ölüm fermanları çıkartıyor, sağlam olmayan binalara göz yumuyoruz. Hangi apartmanda kaç kişi yaşayacak, kaç kişinin hayatı riske atılacak, kimse ilgilenmiyor. Çünkü bu ülkede, deprem olana kadar kimse depremi konuşmuyor.

Şimdi Ege yine sallanıyor. İzmir, Bodrum, Kuşadası, Midilli… Fay hatları kıpır kıpır.

Yunanistan tedbirini alıyor, okulları tatil ediyor, halkını güvenli alanlara yönlendiriyor. Bizimse elimizde sadece “Dua edin, bir şey olmasın” temennileri var.

Ama dua etmek yetmez. Deprem, unutursan gelir ve en acı şekilde hatırlatır.

Peki, o gün geldiğinde gerçekten “Elimizden geleni yaptık” diyebilecek miyiz?

Yoksa yine ‘Keşke’lerle dolu yas günlerine mi uyanacağız?