Tunç Soyer'in konuşmasının tam metni şu şekilde;
“Public” etimolojik olarak belirli bir topluluğun ya da vatandaşların bütününü tarif eden bir kavramdır. Latincede sıfat olarak kullanılan “publicus” kelimesi; Devleti ilgilendiren, kamuyu ilgilendiren, herkesin kullanımı için olan, kamu anlamlarında kullanılır. Günümüzde public olarak kullandığımız “publicum” kelimesi ise , kamu yararı, genel refah, devlet, devlet mülkiyeti, kamu alanı anlamlarında kullanılmaktadır. Devletin işlerini tarif etmek için, bazen bir ülkenin halkını veya müştereklerini tanımlamak için, hatta bazen herkes demek için “public” kelimesini kullanırız. Örneğin “public university” denildiğinde devletin bir üniversitesi olduğunu anlarız. “Public health” , “public opinion” gibi terimlerde bir ülkenin vatandaşları veya bir topluluğun bütününü kastederiz. “Public places” dediğimizde bir alanın herkese açık olduğunu anlarız, şehir merkezindeki bir parkın tüm insanların hizmetinde bir alan olduğu gerçeğini düşünürüz. “Make something public” dediğimizde herkesin erişimine açık bir şeyi kastederiz.
Yapay zeka insanlığın geleceğini etkileme potansiyeline sahiptir
Kamu, özünde bir ortak yarar, toplumsal çıkar olması ile tanımlanabilir. İnsanları bir topluluk haline getiren şey ise “müşterekleri”, ortak çıkarlarıdır. Dolayısıyla kamu ile kamu yararı birbirinden ayrı düşünülemez. “Müşterek” kelimesi "ortak", "paylaşılan", veya "karşılıklı" anlamlarına gelmektedir. “müştereklerimiz” kamu yararını belirlemektedir. Peki müştereklerimiz nelerdir? Su, toprak, hava temelde müşterek olarak faydalandığımız, yaşamımızı devam ettirmek için müşterek olarak ihtiyaç duyduğumuz şeylerdir. Yani “Doğa” en yaygın ve kapsamlı, güçlü “müştereğimiz”dir. Bu nedenle, doğayla uyumlu bir yaşamın üstün kamu yararı olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde kapitalizm etkisi ile müşterekler yok olmaktadır. Son 300 yılda baskın olan atroposen çağ, insan çağı, mülkiyet hırsı ve açgözlülük nedeniyle ve daha çok kâr için her şeyi ezip geçmenin, yok etmenin mümkün olduğu, meşru kabul edildiği bir çağ olmuştur. Yapay zeka insanlığın geleceğini etkileme potansiyeline sahiptir. Yapay zeka sadece bir araç olmanın ötesine geçerek yeni genetik programlar tasarlayabilen, inorganik maddeleri canlandırabilen ve hatta belki de yeni yaşam biçimleri yaratabilen potansiyel bir etkin unsur haline geliyor. Bunun daha iyi bir geleceğe yol açıp açmayacağını zaman gösterecek. Çok geç olmadan acil bir eylem planına ihtiyacımız var. Yaşamın insanlar için var olmadığını, aksine insanların yaşam için var olduğunu kabul etmeliyiz. Rönesans insan odaklı bir kültür yarattı; şimdi ise yaşam odaklı bir kültüre ihtiyacımız var. Bu nedenle doğa ile uyumlu politikalar üretmeliyiz. Örneğin Avrupa'da Yeşil Mutabakat'ın kabulü kapsamlı bir çözüm öneriyor. Kamu yararı kavramı, yeni yeşil politikaların başarılı bir şekilde uygulanmasında kilit rol oynayacaktır. ACCTNG, kamu yararı ortaklığının kurumsallaşmasına katkıda bulunacaktır. Müştereklerimizin kişilerin kendi özel mülkiyetine geçmesi mümkün olabilmiştir. Antroposen çağda insanlık doğanın bir parçası olduğu gerçeğini unutmuş, doğa üzerinde tahakküm kurabileceğini zannetmiştir.
Sünger Kent – Doğa ile Uyum (living in harmony with nature)
Küresel iklim değişikliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan küresel ısınma, tüm Dünyayı ama en çok Akdeniz bölgesinde kuraklığı tetikliyor. İzmir bir turizm kenti olduğu kadar bir tarım kentidir. İzmir'de önemli miktarda tarımsal üretim yapılıyor; zeytin, üzüm, incir, küçükbaş hayvancılık vb. Tarımsal üretim için şehrin tüm tarımsal alanlarına yayılmış olan su kuyularında son 10-15 yılda çok büyük bir gerileme var. 15-20 yıl öncesinde, 15-20 m derinlikte olan su seviyesi son birkaç yıldır 250-300 metrelere çekilmiş durumda. Bildiğiniz gibi su kullanımının %75’ten fazlası tarımsal üretimde kullanılıyor, bu nedenle özellikle tarımsal üretim alanlarında hem ürün deseninin yeniden planlanması ( daha az su ihtiyacı olan ürünlerin tercih edilmesi) hem de su kullanımında daha tasarruflu yöntemler uygulanması gerekiyor. Bu anlayışla hayata geçirdiğimiz Sünger Kent uygulaması ile yağmur suyu hasadını hedefleyen bir model ortaya koyduk. Uygulama bir sene içerisinde yağan yağmurdan elde edilecek suyun şehirde tüketilen su miktarının yarısına erişmesini sağlamaktı. Bu çerçevede, bir çok örnek ve uygulama geliştirdik. Örneğin bir okulun tüm su ihtiyacını yağmur suyuyla karşılayacak bir düzenek geliştirdik. Mezarlıktaki çiçek ve ağaçların sulanması için yine yağmur suyunu toplamayı sağladık. Özellikle tarımsal alanlarda yağmur suyunun akıp denize gitmesini frenleyecek ve üretimde kullanılmasını mümkün kılacak yöntemler geliştirdik.
Acil çözüm Ekibi - Kimseyi Geride bırakmamak (leaving no one behind)
İzmir, ortasında Körfez olan ve semtleri onu çepeçevre saran bir şehir. Körfez yakınında yaşayanlar adeta sahneye yakın olanlar ancak şehrin daha yüksek bölgeleri ve arka mahalleleri sahneyi görmüyorlar ve şehrin zenginliğinden, Körfez'İn ürettiği refahtan pay alamıyorlar. O nedenle şehri yönetirken öncelikle arka mahalleler ile sahneye yakın mahalleler arasındaki dengesizliği ortadan kaldırabilmek için çalışmak gerektiğini düşündüm. “Acil Çözüm Ekibi” dediğimiz bu model ile belediyenin tüm kurumsal kapasitesini bu mahallelere aktarıp adeta bir seferberlik yapmak mümkün olabiliyordu. Öncelikle, ekipler seçilen mahallede tüm konutlarda yaşayan vatandaşların taleplerini topluyorlar. En çok talep edilen ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Bu talepler önce belediyenin ilgili birimlerine havale ediliyor, ardından o birimler bu talebi en hızlı ve istenilen şekilde nasıl çözüme kavuşturulacağını kararlaştırıyor. Örneğin bir basketbol sahası talebi geldiğini varsayalım. O sahanın o mahallede nereye yapılacağı, bunun için uygun imar planı olup olmadığı, kamulaştırmaya ihtiyaç duyulup duyulmadığı, bütçeden bir pay ayrılıp ayrılamayacağı gibi parametreler ışığında değerlendirme yapılıyor. Nihai olarak tüm ilgili birim temsilcileri ve belediye başkanı olarak ben yerinde tespit yapıyoruz. Uygunluk halinde hızlıca vatandaşın talebi yerine getiriliyor. “Acil Çözüm Ekibi” uygulaması, söz konusu hizmet, belediyenin stratejik planı içerisinde olsa bile öne çekilerek vatandaşın beklentisi karşılanmış, öncelikli oluyor. Acil çözüm "buttom up" (aşağıdan yukarıya) bir uygulamaydı, "top-down" (yukarıdan aşağıya) bir uygulama örneği olarak da Cittaslow Metropol verilebilir.
Cittaslow Metropol
Cittaslow 50.000 nüfusun altındaki şehirlerde uygulanan bir yerel kalkınma modelidir. 1999 da İtalya’da doğmuş bugün 33 ülkede yaklaşık 300 kenti kapsayan bir ağa dönüşmüştür. 15 yıl önce Seferihisar Belediye Başkanı inen 40.000 nüfuslu Seferihisar’ı, Türkiye’nin ilk Cittaslow’u olarak network’e katmıştık. 10 yıl sonra, 4.5 milyon nüfuslu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olunca, İzmir’i o network’e nasıl dahil edeceğimizi düşünmeye başladım. Cittaslow Genel Merkezi ile konuşmalarımızda modeli metropole uyarlamak için kentin küçük uygulama alanlarına bölünmesi gerektiğini anlatmıştım. Türk mevzuatındaki “mahalle” ve “köy” idareleri bu adımı kolaylaştıracak imkanlar barındırıyordu. İzmir 1293 mahalle ve köyden oluşuyor. Her bir mahalleye tek tek bu kriterleri uyguladığınızda bütün bir şehri, metropolü Cittaslow haline getirmek mümkün olabilirdi. Cittaslow Metropol’ün başarısının sırrı Cittaslow kriterlerini tek tek tüm mahallelerde ve köylerde uygulamayı başarmaktan geçiyordu. Dolayısıyla öyle kriterler belirlemeliydik ki; farklı özellikleri olan mahallelerde de hepsi hayata geçirilebilsin, uygulanabilsin, ve böylece her bir idari birimin dönüşümü sağlanabilsin. Tek tek dönüşen mahalle ve köyler topyekun şehrin dönüşümünü mümkün kılsın. Tekil başarı hikayeleri 4.5 milyonluk metropolü cittaslow haline getirsin. İşe farklı sosyal dokusu olan iki pilot mahalleyi seçerek başladık. Karşıyaka'da Demirköprü ve Konak Basmane tarafında Pazaryeri. Bu iki mahalle bambaşka özelliklere sahip mahallelerdir. Pazaryeri şehrin düşük gelir grubuna sahip insanlarının yaşadığı, dışarıdan gelen göçmenlerin çok olduğu bir mahalledir. Demirköprü ise orta ve orta üst gelir düzeyine sahip insanlarının yaşadığı, nispeten daha yüksek refah ve konfor koşulları olan bir mahalledir. İki mahallede de aynı kriterleri ortaya koyduk. Kriterlere çok kafa yormuştuk, Cittaslow Genel Merkezi ile bunları istişare ederek geliştirdik. Bu süreç çok vakit aldı. Ancak uygulama başladığında her iki mahallede de çok önemli bir başarı sağladık. Mahallelilerin büyük memnuniyeti doğru yolda olduğumuzu gösteriyordu. Bu nedenle hemen belirlediğimiz, 15- 20 mahallede daha çalışmayı başlatmaya karar verdik. Böylece, halka halka, dalga dalga yayılarak ilerleyecektik.
Bir Kira Bir yuva
30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de 118 kişinin hayatını kaybettiği binlerce evin yıkıldığı ya da oturulamaz hale geldiği bir deprem yaşadık. Depremin ertesi gününden itibaren ülkenin heryerinden hatta dünyanın her yerinden yardımlar ulaşmaya başladı. Ancak en büyük sorun çadırlarda yaşamaya başlayan depremzedelerin kış gelmeden çadırlardan kurtulmalarıydı. İşte bu tesbitten yola çıkarak bir kampanya başlatmaya karar verdim. Finansal olarak kamu yararını tesis etmek için kamu kaynakları yetersizdi. Kamu yararını dayanışmayla ve insanların katılımıyla gerçekleştirebileceğimize inanıyordum. Crowd-funding (Kitle fonlaması) kamu yararının uygulanması için iyi bir finansman modeli olabilir diye düşündüm. Başlattığımız, “Bir KiraBir Yuva” kampanyası ile depremden etkilenen ve çadırda yaşamaya başlayan binlerce insana 5 aylık kira bedelini karşılayacak bir tutar topladık. 5 ay, kışı geçirmelerini ve hükümet yetkililerinin sürdürülebilir çözümler bulmasını beklemelerini sağlayadı. O günün koşullarında 100 m2’lik bir evin aylık kira bedeli yaklaşık 2 bin liraydı ve biz her bir depremzede aile için 10 bin lira bağış yapacak binlerce bağışçı bulduk.
Depremden bir ay sonra, bütün çadırları söktük ve herkesi kışı geçireceği konutlarla buluşturduk. Bunlar sadece belediye başkanlığım döneminde bazı kamu yararının uygulama örnekleri. Biliyorum ki, daha iyi bir yerel demokrasi geleceği yerel yönetimlerin çok çeşitli ve çok değerli uğraşları sayesinde, doğa ile, birbirimiz ile, geçmiş ile ve değişimin kendisi ile uyumlu şekillenecek.