Hayat bir enerji oyunu. Frekansını değiştirdiğinde, sahnedeki tüm roller, diyaloglar ve final sahnesi bile yeniden yazılır. Çünkü sen değiştiğinde, dünya sana ayak uydurmak zorunda kalır.
Hayatta çoğu zaman değişim isteğimiz, dışarıdan başlar. Yeni bir eve taşınmak, saç rengini değiştirmek, gardırobunu yenilemek ya da sosyal çevreni tamamen sil baştan kurmak… Bunlar ilk anda sana bir tazelik hissi verir. Sanki hayatın dümenini başka bir yöne kırmış gibi hissedersin. Ancak zaman geçtikçe fark edersin ki, aynı hisler, aynı sorunlar, hatta aynı insanlar bir şekilde hayatına geri dönmüştür. Dekor değişmiştir ama senaryo aynı kalmıştır. Çünkü hayatın asıl senaryosu, senin enerjinde yazılıdır. Sen içindeki frekansı değiştirmeden dışarıda yaptığın değişiklikler uzun vadede hep aynı noktaya geri döner.
Hayatın temeli enerjidir. Bunu mistik bir kavram gibi değil, çok basit bir gerçek olarak düşünebilirsin. Nasıl ki radyo belirli bir frekansa ayarlandığında sadece o frekanstaki yayını alabiliyorsa, senin iç dünyan da hangi frekanstaysan ona uygun olayları, insanları ve fırsatları hayatına çeker. Bir gününü düşün… Sabah uyanır uyanmaz aklına gelen ilk şey moralini bozuyorsa, o enerji günün geri kalanına da yayılır. Aynı şekilde, umut ve şükürle uyanırsan, küçük tesadüfler bile gününü güzelleştiren fırsatlara dönüşebilir.
Birçok insan bu enerjiyi değiştirmek yerine dış koşulları değiştirmeyi dener. “Bu işi bırakınca mutlu olacağım, sevgili yaparsam huzurlu olacağım, başka bir şehre taşınırsam hayatım düzelecek” diye düşünür. Evet, bunlar kısa süreli bir kıvılcım yaratır ama frekans aynı kaldığında eski döngü tekrar başlar. Çünkü çekim yasası sadece istediğin şeyi söylemenle değil, o şeye uyumlanmanla çalışır. “Mutlu bir ilişki istiyorum” derken içten içe “ama herkes bir gün aldatır” diyorsan, evren senin sözünü değil, inancını duyar.
İşte bu yüzden değişim, içeride başlar. Önce kendi yaydığın enerjiyi fark etmen gerekir. Kendine şu soruyu sor: “Ben şu an hangi frekanstayım?” Eğer cevabın sürekli kırgınlık, öfke, kıyas ya da değersizlik duyguları ise, hayat da sana bu frekansı doğrulayan durumlar sunar. Gülümseyerek pozitif görünmeye çalışmak, bu derin frekansı değiştirmez. Asıl değişim, zihnindeki inanç kalıplarını, geçmişin yaralarını ve bilinçaltındaki kayıtları dönüştürmekle olur.
Bunu yaptığında, hayatın sana sundukları değişmeye başlar. Aynı insanlarla bile bambaşka diyaloglar kurarsın, aynı işte daha yaratıcı çözümler bulursun, aynı şehirde farklı fırsatlarla karşılaşırsın. Çünkü dış dünya, iç dünyanın yansımasıdır. Frekansın yükseldiğinde, dışarıda da seni destekleyen bir akış oluşur. Ve bu sadece büyük meditasyonlar, uzun ritüellerle değil, küçük ama sürekli seçimlerle gerçekleşir. Sabah kalktığında telefonunu eline almak yerine derin bir nefes almak, gün içinde şikâyet etmek yerine minnet duyacağın bir şey bulmak, akşam uyumadan önce “Bugün bana iyi gelen ne oldu?” diye sormak… Bunların her biri frekansını milim milim yukarı taşır.
En önemlisi, şunu bilmek: Hayatında istediğin her şeyi enerjinle çekebilirsin. Bu bir sihir değil, varoluşun doğası. Senin yaydığın titreşim, karşılığını bulmak zorundadır. Ama bu gücü kullanabilmen için önce kendi içinde berraklaşman gerekir. Korkularını, güvensizliklerini ve kendine koyduğun sınırları fark edip serbest bırakmak… Çünkü enerjini temizlemeden üzerine ne koyarsan koy, eski kayıtlar onu gölgeler.
Bu yüzden, değişim için aynada saçına değil, gözlerinin ardındaki o derin dünyaya bak. Orada ne kadar huzur, ne kadar sevgi, ne kadar inanç varsa; hayatın da sana o kadarını geri yansıtacaktır. Ve unutma, enerjini değiştirdiğinde, hayat sana uyumlanmak zorunda kalır. Çünkü sahnenin ışığını değiştirdiğinde, oyunun tamamı başka bir renge bürünür.