Antalya’da devam eden 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, dün iki güçlü Ulusal Uzun Metraj filmi ağırladı. “Bağlar, Kökler ve Tutkular” ile “Doğudan Fragmanlar”ın gösterimleri geniş ilgi gördü. Her iki yapım da hayatta kalmaya tutunan insanların hikâyelerini merkezine alırken, ekipler söyleşilerde yaratım süreçlerini anlattı.
Göçmenlik deneyiminden beyazperdeye: “Bağlar, Kökler ve Tutkular”
Atatürk Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nda izleyiciyle buluşan filmin yönetmeni Sunay Terzioğlu, mülteci botundan kurtulan üç kişinin Türkiye’deki hayatlarını sinemaya taşıdı.
Terzioğlu, kendi göçmenlik geçmişinden beslendiğini söyleyerek şunları aktardı:
“1992’de Bulgaristan’dan ailemle göç ettim. Beş yıl kaçak yaşadık. O dünyayı ve mekânları bilmek karakterlere doğru rehberlik etmemi sağladı.”
“Film, bakan bir göz gibi”
Gerçekliğin peşine düştüklerini belirten Terzioğlu; çekimlerin bit pazarında bulunan gerçek kıyafet ve aksesuarlarla, tamamen doğal mekânlarda gerçekleştirildiğini vurguladı.
“Filmi 30 mm tek lensle çektik. Ne yargılayan ne uzaklaşan… Gözün açılıp kapanması gibi bir bakış olsun istedik” dedi.
Zorlu çekim süreci: Basmane’den Erzincan’a
Göçmenlerin yaşadığı evlerde, sokaklarda gerilla yöntemiyle gerçekleştirdikleri çekimlerin oldukça zorlu geçtiğini söyleyen yönetmen:
“Sinema kaydedilen anlardır. Ben de sanat tarihine layık işler üretmek istiyorum” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Savaşın ve doğanın ortasında: “Doğudan Fragmanlar”
Yönetmen Kubilay Erkan Yazıcı imzası taşıyan film, savaşın ortasında hayatta kalmaya çalışan bir kadın ile firari bir Rus generalin kesişen yolculuğunu anlatıyor.
“Sinemayı zaman ve hakikatin peşindeki sanat olarak görüyorum”
Yazıcı, film dilinin temelini şöyle anlattı:
“Zamanı kronolojik bir akış değil; düşünmeye ve hakikate yönelten bir varlık olarak görüyorum. Sinema, zamanı var eden sanat. Bu filmde bunu inşa etmeye çalıştım.”
Bruegel etkisi: Tablodan sahneye
Filmin görsel yaklaşımına dair görüntü yönetmeni Vedat Oyan, aylar süren resim çalışmaları yaptıklarını anlattı:
“Bruegel’in resimlerini referans aldık. Karakter ve mekânın zaman içinde eridiği bir dünya kurduk.”
Yapımcı Mahpare Tanın, zorlu doğa çekimlerinin aylar süren hazırlık sonucu gerçekleştiğini belirtti.
Oyuncular: “Doğa en büyük sınavdı”
Sahnelerin iç mekâna hiç taşınmadığı filmde oyuncular, karakterlerini açık arazi şartlarında bulduklarını söyledi.
Güldestan Yüce:
“Safiye çok güçlü bir kadın ama insanın doğa karşısında ne kadar çaresiz kaldığını anlıyorsunuz.”
Elvin Köse:
“Kara çıktığımızda, karakterim tamamen bedenime yerleşti.”
Turgay Atalay ise fiziksel ve psikolojik yükü en çok hissettiğini belirtti:
“Ben artık o generaldim. Ama çok yoruldum.”
Farklı sinema dilleri, ortak mücadele teması
Günün iki filmi de hakikat arayışını, göçü, savaşı ve yaşam mücadelesini sinemanın diline taşıdı.
Seyirciler, söyleşiler sonrası iki filme de uzun süre alkışlarla destek verdi.