Batı'nın Paris'i İzmir
Ticaretin kalbi, Kemeraltı Çarşısı’nda atıyor; ipekler, baharatlar ve incir buradan dünyaya ulaşıyordu. İzmir’in limanı, Osmanlı’nın Batı’ya açılan kapısı; pamuk, üzüm ve zeytinyağı ihracatta rekor kırıyordu. 1860’larda inşa edilen Aydın-İzmir demiryolu, kentin ticaretine dev bir ivme kazandırıyor. Ancak, yangınlar ve salgın hastalıklar kenti zaman zaman gölgede bırakıyordu. 1840’ta büyük bir veba salgını halkı sarsıyordu. İzmir’in tiyatro sahneleri, Avrupa’dan gelen operalarla dolup taşıyordu. Kültür hayatı capcanlı. Kentin çok dilli gazeteleri, Rumca, Türkçe ve Fransızca haberlerle dolup taşıyor. Smyrna Tiyatrosu, dönemin elitlerinin buluşma noktasıydı. Kemeraltı’nda kahvehaneler, siyasi tartışmaların ve dedikoduların merkezi haline gelmişti. İzmir’in ünlü üzüm bağları, Avrupa’ya şarap ve kuru üzüm ihraç ederek kentin zenginliğini artırıyordu. 1869’da açılan Alsancak Garı, modernleşmenin simgesi olarak kentin siluetine yerleşiyordu. İzmir’in pazarları, taze balık ve zeytinyağı kokularıyla dolup taşıyordu, esnafın sesi sokaklarda yankılanıyordu. Kentin limanında İngiliz, Fransız ve İtalyan gemileri boy gösteriyordu. Ticaret global bir boyut kazanmıştı. 19. yüzyılın sonlarında İzmir’in nüfusu yaklaşık 200.000 civarındaydı. Bu rakam, kentin kozmopolit yapısı ve ticari öneminden dolayı hızla büyüyen bir metropol olduğunu gösteriyor. O yıllarda İzmir'in en dikkat çeken ilçesi ise Karşıyaka'ydı. Karşıyaka, İzmir’in sakin ve yeşil bir banliyösü olarak bilinirdi. Kıyı boyunca uzanan yalılar ve bahçeli evler, özellikle Levanten ve Rum ailelerin yazlık mekânlarıydı. Balıkçılık ve küçük çaplı tarım, bölgenin ekonomik hayatının temel taşlarını oluşturuyordu. İzmir’le ulaşım, tekneler ve kayıklarla sağlanır, Karşıyaka sahili hareketli bir iskeleyle canlanırdı. Kozmopolit İzmir’in bir parçası olan Karşıyaka, huzurlu ve doğal atmosferiyle dikkat çekerdi.





