Çandarlı Körfezi’nin son koyunda, Güzelhisar Çayı’nın denizle birleştiği noktada yer alan Myrina (Sebastopolin), tarihte önemli bir yer tutuyor. İlk olarak Attika Delos Birliği’nde adı duyulmaya başlanan bu antik kent, M.Ö. 560 sonrası Lydia Kralı Kroisos’un egemenliğini kabul etti ve zamanla Atina konfederasyonuna katıldı. Ancak Myrina, tarihi boyunca sadece askeri ve siyasi olaylarla değil, aynı zamanda pişmiş toprak heykelcikleriyle de adını duyurdu.
Myrina'nın tarihsel yolculuğu
M.Ö. 334’te Büyük İskender’in egemenliğini kabul eden kent, İskender’in ölümünün ardından M.Ö. 188’de Bergama Krallığı'na katıldı. Ancak kent, askeri ve siyasi mücadelelerin ardından birçok kez el değiştirdi. Kentin en önemli özelliği, antik yapılarıyla değil, pişmiş toprak heykelcikleriyle ünlü olması. Myrina’nın toprak üstü kalıntılarının çoğu, zamanla yakınındaki kentlerin inşasında kullanılmış ve bu sebeple kent büyük ölçüde yok oldu. Bugün, yalnızca liman taşları gibi bazı kalıntılar günümüze ulaşabildi.
Pişmiş toprak heykelcikler ve keramik parçaları
Myrina, kazılarda gün yüzüne çıkarılan keramik parçaları ve terrakota heykelcikleriyle dikkat çekiyor. Bu heykelcikler, dönemin kültürel ve sanatsal zenginliğini yansıtan önemli buluntulardır. İlk kazılar 1874’te M.E. Batezzi tarafından yapılmış ve 5 bin kadar mezar ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılar sırasında pek çok eser yurtdışına kaçırılmış olsa da, kaçırılmayan eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.