Spor kültürü tüketim kültürüne yenildi mi?

Abone Ol

Bir zamanlar spor, emekti. Terin, sabrın, tekrarın vücut bulmuş haliydi. Sabahın köründe boş sahanın sessizliğini bozan ilk şut, raketsiz geçen günlerin içimizde bıraktığı o tarifsiz eksiklikti. Peki ya şimdi? Spor dediğimiz şey, çoğu zaman bir mobil uygulama bildiriminden, bir istatistik grafiğinden ya da basit bir sosyal medya gönderisinden mi ibaret? Asıl soru şu: Spor hala yaşayan bir kültür mü, yoksa sadece parlak ambalajlı bir tüketim nesnesine mi dönüştü?

Günümüzde bir spor dalıyla 'ilgilenmek', onu bizzat yapmaktan çok daha fazlasını kapsar hale geldi. Onu izlemek, hakkında konuşmak, belki o sporun markalı ürünlerini giymek ya da dijital platformlarda paylaşmak... Maçları canlı yayınlardan takip edip anında yorumlamak, özel efektlerle süslenmiş antrenman videolarını saatlerce izlemek, en son çıkan sporcu koleksiyonundan ayakkabıları kapışmak... Bunlar, spor kültürünü yaşatmak yerine, sporun ticarileşmiş yüzünü tüketmekten başka bir şey değil. Ve ne yazık ki, bu ince farkı gözden kaçıran milyonlarca insan, hala "sporun içindeyim" yanılgısıyla yaşıyor.

Antrenman terini akıtmak yerine sporcu diyetinden tarifler paylaşmak, sahalarda ter dökmek yerine aynada kaslı pozlar vermek, fiziksel dayanıklılığı artırmak yerine sosyal medyadaki takipçi sayısını çoğaltmak... Spor, kendi özüyle değil, nasıl göründüğüyle, nasıl pazarlanabildiğiyle ölçülür oldu. Gerçekten ter dökenlerin, o isimsiz kahramanların sesi daha az duyuluyor artık. Çünkü algoritmalar, acının ve emeğin değil, gösterinin peşinde.

Oysa sporun gerçek kültürü, içe dönüktür. Kendini aşmayı, engellerle mücadele etmeyi, disiplini ve karşılıklı saygıyı barındırır özünde. Tüketim kültürü ise tam tersine, sürekli bir gösteriş yarışına, dışarıdan gelecek onaya ve anlık, gelip geçici hazlara odaklanır. Bu iki anlayış, aynı zeminde uzun süre barınamaz. Biri yükseldiğinde, diğeri sessizliğe bürünür.
Şimdi samimiyetle düşünme vakti: Spor salonuna sadece bir selfie çekmek için mi gidiyoruz, yoksa güçlü bir beden ve sağlam bir zihin inşa etmek için mi? Çocuklarımızı spor kulüplerine madalya kazanmaları için mi yazdırıyoruz, yoksa karakterleri gelişsin, paylaşmayı, yenilmeyi ve yeniden ayağa kalkmayı öğrensinler diye mi?

Spor kültürü, sadece kas gücüyle değil, esasen karakterle büyür. Ve bu kültürü canlı tutmak, onu sadece izlemekle değil, gerçekten yapmakla, bizzat o deneyimin içinde olmakla mümkündür. Belki de şu an ekran başında spor hakkında yorum yapan milyonlar, sadece bir çift spor ayakkabı giyip sokağa çıkmakla, o ilk adımı atmakla başlayabilirler.
Çünkü sporun ruhu, şık vitrinlerde değil; terde, mücadelede ve en önemlisi, o basit, saf eylemin kendisinde gizlidir.