Köklerimize Tutunmak

Abone Ol

Köklerimize Tutunmak Omuz omuza, kol kola sımsıkı… Kıymetli dilimizi, kendi elimizle akıl almaz biçimde yabancı sözcüklerle, kısaltmalarla yaralar olduk. Hayatında bir gün bile sömürge olmamış bir millet olarak, kendi kendimizi tüketircesine bir telaşla davranıyoruz. Her yere yabancı isimler veriliyor; “Center”lar, “plaza”lar, kahve içtiğimiz mekânlardan yemek yediğimiz yerlere kadar tabelalar yabancı kelimelerle dolu. Sanki bu şekilde daha modern ya da daha havalı olunuyormuş gibi… Türkçe ile İngilizce’nin iç içe geçtiği tuhaf bir melez dil var artık. Gençlerin Whatsapp’taki kısaltmaları, şifre çözer gibi uğraştırıyor insanı.

Oysa bir topluluğu “toplum” haline getiren; sadece beraber yaşamak değil, paylaşılan hatıralar, gelenekler, görenekler, örf ve adetlerdir. Değer yargıları bir toplumun çimentosu gibidir. Çimento olmazsa tuğlalar bir süre üst üste durur ama en ufak bir sarsıntıda dağılır. Bu çimento korunmazsa tuğlalar arasından ışık sızar ve bina çatlamaya başlar. O yüzden toplumu bir arada tutan şey, o çimentonun sağlam kalmasıdır. Sert bir rüzgâr, yeri titreten bir deprem ya da sürükleyen bir sel geldiğinde ancak çimento varsa duvar yıkılmaz.

Sık sık karşımıza çıkan İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözü aslında ne kadar da gerçektir. Bu topraklar tarih boyunca nice sert rüzgârlara, nice depremlere, nice sellerin götürdüklerine sahne oldu, oluyor, olacak. Öğretmenlerimiz yıllarca coğrafyanın kıymetini, bu topraklarda oynanan oyunların hiç bitmeyeceğini anlatmaya çalıştı. Son yıllarda ise bize ait değerlerin küçümsenmesini, yok sayılmasını “modernlik” diye sunuyorlar. Bu dalgaya kapılırsak tarihin sahnesinden sessizce silinmek işten bile değil.

Bir ülkeyi tanımak için onun tarihini, huyunu, suyunu, kültürünü öğrenmek gerekir. Mesela halk oyunlarına baktığımızda Türkiye’nin ne kadar renkli, anlamlı ve coşkulu bir kültüre sahip olduğunu görürüz. Çocukluk yıllarımızda her okulda bir folklor ekibi bulunurdu. Televizyonda bir eğlence programı varsa mutlaka halk oyunlarına da yer verilirdi. Üstelik sadece figürleri öğretmezlerdi; her adımın, her el tutuşunun, her dönüşün anlamını, hangi olaydan doğduğunu anlatırlardı. Elazığ’ın halk oyunlarında da her oyunun bir hikâyesi, her figürün bir sembolü vardır. Elbette bu sadece Elazığ’a değil, Türkiye’nin her yöresine özgüdür.

Sadece bu oyunları tanıyarak bile bir yörenin iklimini, geleneklerini, tarihini, insanlarının karakterini hissederek öğrenirdik. Halaylar, kim olduğunu bilmediğimiz ama aynı dili konuştuğumuz insanlarla bizi yan yana getiren, eğlenirken bile “biz” olduğumuzu hatırlatan bir köprüydü. Omuz omuza, kol kola, sımsıkı dayanmalı…

MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı TARANCI