Kentsel dönüşüm, İzmir için bir zorunluluk, hatta bir varoluş meselesi. Ancak ne yazık ki, yeni binaların yükselişiyle birlikte vatandaşın içindeki kaygı, yerini tamamen güvene bırakmış değil. Bir şehrin en büyük projesi, sadece beton yığınlarını değil, o şehirde yaşayan insanların güven duygusunu da inşa etmelidir. Peki, bu kırılgan güven hissi nasıl yeniden tesis edilir?
Her şeyden önce, güvenin en büyük düşmanı belirsizliktir. Yarım kalan projelerin, karanlıkta kalan süreçlerin ve muhatap bulunamayan sorunların yaşattığı hayal kırıklığı, toplumsal bir güvensizlik duygusu yaratıyor. Bu durumu aşmak için, sürecin en başından sonuna kadar şeffaflık temel ilke olmalıdır. Vatandaş, projesinin her aşamasını net bir şekilde görebilmeli, kiminle iş yaptığını bilmeli ve aklındaki soru işaretleri havada kalmamalıdır.
Güvenin ikinci direği ise mali sağlamlıktır. Sadece "iyi niyetle" yola çıkan değil, işi tamamlamaya gücü yeten müteahhitler sahaya inmeli. Projeler, finansmanını kendi garantisiyle veya güçlü bir banka desteğiyle ispatlamalıdır. Yarım kalan projelerin mağduriyetleri, bize güvencenin sadece kağıt üstünde değil, somut teminatlarda aranması gerektiğini acı bir şekilde gösterdi.
Bir dönüşüm projesinin en büyük başarı göstergesi, projenin sonunda inşa edilen binalar değil, o projeden sonra insanların hayatında oluşan huzurdur. Bu nedenle sosyal destek ve iletişim süreçleri asla ihmal edilmemelidir. Hak sahiplerine yapılan kira yardımları zamanında ödenmeli, insanlar ekonomik sıkıntıya düşürülmemelidir. Belediye, müteahhit ve vatandaş arasında kurulacak açık iletişim kanalları, dedikoduların ve yanlış anlamaların önüne geçer, sağlıklı bir zemin hazırlar.
Kısacası, kentsel dönüşüm bir bina inşa etme işinden öte, bir toplumsal sözleşmedir. Bu sözleşmenin temelinde şeffaflık, finansal güvence ve insana verilen değer yatar. Unutulmamalıdır ki, bir şehrin gerçek dönüşümü, sakinlerinin huzurla oturduğu evlerde başlar.