Kalbinin ritmi takvime bakmaz...

"Sevgi, gösterdiğinde değil… sakladığında eksilir. Peki ya hislerini saklarken, fark etmeden kendini de sakladığını hiç düşündün mü?"

Abone Ol

İlişkilerde tuhaf bir denklem var: Ne kadar az verirsen o kadar değerli kalırsın gibi… Sevgini fazla belli etme, ilgini ölçülü tut, jestlerini küçük küçük yap, duygularını dozunda göster. Çünkü “fazlası” karşı tarafı şımartır, seni de kolay ulaşılır yapar. En azından çoğumuzun kafasında bu böyle.

Oysa çoğu zaman bu düşünce, bilinçli bir stratejiden değil, yaralı bir geçmişten beslenir. Bir zamanlar çok verdin… Kalbini, emeğini, inancını koydun ortaya. Karşılığında görmezden gelindin, ihanete uğradın ya da değersiz hissettirildin. Sonra zihnin sana koruma modunu açtı: “Fazla verme, kaybedersin.” Böylece hislerini yarım göstererek kendini güvenceye aldığını sandın.

Ama sevgi yarım gösterildiğinde, güvence değil mesafe inşa eder. Karşı taraf seni gerçekten tanıyamaz, sen de kendini tam ifade edemezsin. Çünkü hislerini saklamak, bir yandan karşındakinden değer beklerken, diğer yandan ona güvenmediğini fısıldar.

Ve işte bu yüzden, zamanla kendi içinde garip bir ikilem doğar: Hem sevgi görmek ister, hem de sevgini göstermekten çekinirsin. Duyguların hep kontrollü, hep ölçülüdür. Oysa samimiyet, kontrollü dozlarda sunulunca yapaylaşır. Ve bu yapaylık, sen fark etmeden bağı zayıflatır.

İşte bu, seni değersiz yapan asıl şey. Sevgi göstermek değil; sevgini saklarken kendini de eksiltmek.

Ve işin ilginç tarafı, birini sevmenin ya da hissetmenin zamanı yok. Birini tanıyalı üç gün olmuş, üç yıl olmuş, fark etmez. Kalbinin ritmi takvime bakmaz. Ama biz, zaman kısa diye duygumuzu küçültmeye, hissettiğimizi belli etmemeye çalışıyoruz. Sanki erken gösterilen his, eksik değer yaratırmış gibi… Oysa en derin bağlar, bazen ilk dakikalarda kurulur.

Sevginin değeri, zamanla ölçülmez; ne kadar gerçek olduğu ile ölçülür. Ve gerçek olan bir duygu, gösterilmekten zarar görmez. Asıl zarar, gösterilmediğinde başlar.

Belki de en büyük yanılgımız, “fazla verirsem kaybederim” korkusu… Oysa kaybettiğimiz şey, çoğu zaman karşı taraf değil; kendi içimizdeki o cesur, olduğu gibi seven halimiz. Çünkü kendinden eksilte eksilte sevmek, sonunda seni senden çalar. Ve geriye sevilecek ne kalır ki?
Belki de mesele, karşındakinin “kendini bir şey sanması” değil… Asıl mesele, senin kendini ne sandığın.