İnanç dünyamız da mı kodlara teslim oldu?

İnanç dünyamız da mı kodlara teslim oldu?
Abone Ol

Eskiden dua etmek için eller semaya açılır, gözler içten bir huşu ile kapanırdı. Şimdi ise parmaklar hızla ekrana kayıyor. Mevlitler YouTube'dan takip ediliyor, tesbihler mobil uygulamalardan çekiliyor, hutbeler WhatsApp gruplarından yayılıyor. Hayatımızın neredeyse her alanının dijitalleşmesi anlaşılabilir bir durum belki ama insan ister istemez sormadan edemiyor: İnanç dünyamız da mı kodların ve algoritmaların hükmüne teslim oldu?

Artık neredeyse her dini pratik için bir mobil uygulama bulmak mümkün. Namaz vakti hatırlatıcıları, çevrimiçi Kur'an okuma platformları, dijital zikir sayaçları, hatta sanal umre simülasyonları… Teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor, zamandan tasarruf ettiriyor, evet. Ama bu hız ve erişim kolaylığı arasında, ruhu nereye koyuyoruz?

Bir dua, sadece belirli cümlelerin arka arkaya sıralanmasından ibaret midir? Yoksa o duayı ederken kalpten gelen niyet, derin bir teslimiyet, ruhsal bir bağ ve içsel bir arayış da gerekmez mi? Dijital araçlar zaman kazandırabilir, pratikliği artırabilir; ancak bir duanın ardındaki derinliği, niyetin saf halini ve hissedilen o manevi yoğunluğu ne kadar aktarabilir? İşte burada, meselenin rengi değişiyor.

Bir başka mesele de alışkanlıkların yüzeyselleşmesi. Günlük zikirler, bir mobil uygulamanın bildirim sesine bağlandıysa, ya da bir ibadet uygulamasında sırf "seri tamamlandı" diye dua okunuyorsa, bu gerçekten ruhani bir arınma mıdır? Yoksa sadece dijital bir görevi tamamlama, bir ilerleme çubuğunu doldurma hissi midir? Gerçek inançla bağ kurmak, algoritmayla bir görevi bitirmek arasında çok temel bir fark var.

Ayrıca, dijitalleşen ibadetler, beraberinde mahremiyet sorusunu da getiriyor. Dini pratiklerinizi hangi uygulamadan yapıyorsunuz? Bu kişisel veriler kimlerin elinde, kimlerle paylaşılıyor? Kimin neye ne kadar dua ettiğini, hangi saatte hangi sureyi okuduğunu kaydeden sistemler varsa, bu durum inanç özgürlüğümüzün dijital gölgesi değil midir?
İnanç, özünde özeldir, kişiseldir. Kalpten kalbe giden bu yolda, ekran belki bir araç olabilir ama asla amaç olmamalıdır. İnancın bazı yönleri dijitalleşebilir; ancak ruh da dijitalleşirse, elimizde kalan sadece bir uygulamanın soğuk, dokunulmaz arayüzü olur.

Sonuçta mesele teknolojiden tamamen kaçmak değil, teknolojiyle kurduğumuz ilişkinin sınırlarını çizebilmek. İnanç, bir bağlantıdır; ancak bu bağlantı, bir Wi-Fi sinyali gibi değil, vicdanla ve içsel bir hissiyatla kurulmalıdır. Yoksa bir gün bağlantı koptuğunda, ruhun sinyali tamamen kesilebilir ve asıl anlam kaybolabilir.