Bugün etrafımıza baktığımızda herkesin çalışma halinde olduğunu görüyoruz. Sabahın erken saatlerinde yollara düşenler, akşam geç vakitlere kadar ışıkları sönmeyen ofisler, hafta sonlarına taşan mesailer… Herkes çalışıyor. Ama kimin kazandığını sorunca ortalık sessizleşiyor. Çünkü bu çağda “çalışmak”, çoğu insan için geçinmeye bile yetmiyor.
Bir nesil büyüdü; “çok çalışırsan başarırsın” denilerek. Fakat bugün o söz, yerini acı bir gerçeğe bıraktı: Çok çalışmak artık yaşamaya yetmiyor. Çalışanlar sadece aybaşını değil, ay ortasını bile zor görüyor. Kira bir maaş oldu, faturalar ikinci maaş… Geriye kalan ise borç, kaygı ve yorgunluk…
Eskiden emek, değer görürdü. Şimdi emek, “maliyet kalemi”. İşveren kazanmak için değil, kurtulmak için mücadele ediyor. İşçi hayatta kalmak için. Kimsenin kazanç dediği şey huzur değil; sadece hayatta kalabilme ihtimali. Ev almak, birikim yapmak, tatil hayal etmek… Bunlar yeni kuşağın sözlüğünden çoktan silindi. Artık en büyük dua, “bu ayı çıkarabilelim.”
Ama mesele sadece para değil. Bu ekonomik sıkışmışlık, insanın ruhunu da çökertiyor. Çalıştıkça yoksullaşmak, en ağır psikolojik yüklerden biri. Çünkü insan çalışırken bir şeyler inşa etmek ister: Bir hayat, bir gelecek, bir umut. Şimdi ise çalışmak sadece yaşamak için değil, tükenmemek için yapılıyor.
Yıllardır “çalışmak erdemdir” denildi. Ama bugün sorulması gereken soru belki de şudur: Emek neden karşılıksız?
Bir toplumda çalışanlar kazanamıyorsa, sistem kazananı değil, sömüreni besliyordur. Ve bu çark, bu hal ile dönemez.
Belki de artık “daha çok çalış” demeyi bırakıp “adil paylaş” demek gerek. Çünkü insan, alın teriyle değil; gördüğü karşılıkla yaşar. Ve en büyük kazanç, maaş değil onurlu bir hayat sürdürebilmektir.