Her pazartesi spora başlayanların gizli derneği

Abone Ol

Aramızda kalsın ama siz de o derneğin bir üyesisiniz, değil mi? Her pazartesi büyük bir motivasyonla spora başlayan, salı günü hâlâ hevesli, çarşamba biraz yorgun, perşembe “bugün olmazsa yarın kesin” diyen ve cuma akşamı kendini bir dilim pizzayla teselli edenlerden... Hepimizin içinde biraz “Pazartesi sporcusu” var. Bu dernek ne resmi ne de tabela gerektirir, ama üyeleri bolca vardır. Kimsenin birbirini tanımadığı ama herkesin aynı döngüyü yaşadığı o sessiz topluluk: Her hafta yeniden başlayanlar.

Her şey bir karar anıyla başlar. Belki bir aynaya bakış, belki bir pantolonun düğmesinin zor kapanması, belki de sosyal medyada karşınıza çıkan “before-after” fotoğrafı. Motivasyon gelir, plan yapılır. Yeni ayakkabılar alınır, mat serilir, sağlıklı alışverişler yapılır. Müzik listeleri hazır, su matarası doludur. İlk gün tempolu yürüyüş, ikinci gün 20 dakikalık bir egzersiz videosu... “Bu sefer gerçekten olacak” diye düşünülür.

Ama sonra hayat devreye girer. Sabah erken kalkılamaz, işler yoğunlaşır, kol kasları ağrır, moral bozulur, “bugünlük pas geçeyim” derken yeniden ertelenen bir döngü başlar. Ve suçluluk hissi… “Yine beceremedim.”

Aslında mesele sporu sevmemek değil. Sorun, spora yüklediğimiz anlamda. Biz sporu; disiplinin, iradenin, başarının ve en kötüsü “kendini kanıtlamanın” bir göstergesi haline getirdik. Artık hareket etmek içten gelen bir ihtiyaç değil, yapılması gereken bir zorunluluk gibi. Ve böylece en ufak tökezlemede kendimizi yargılamaya başlıyoruz.

Modern dünyada spor, sağlıktan çok performansla özdeşleşti. Kaç kalori yaktın? Kaç adım attın? Hangi seviyeye geldin? Yani mesele artık sadece hareket etmek değil, aynı zamanda ölçülmek. Bu da üzerimizde gizli bir baskı oluşturuyor. Sanki spor yapmayan biri olarak hayata eksik kalmışız gibi hissediyoruz.

Oysa spor, doğduğumuz andan itibaren içimizde olan bir şey. Bir çocuğu izleyin: Koşar, zıplar, tırmanır. Plan yapmaz, hedef koymaz, “bugün kol çalışayım” demez. Hareket eder çünkü öyle hissetmiştir. Belki de sporla ilişkimizde yeniden o çocuk doğallığını bulmamız gerekiyor.

Sporu başlamak ve sürdürememek arasında bir başarısızlık hikayesi olarak görmekten vazgeçmek gerekiyor. Belki 5 gün yapamadınız ama 6. gün çıktığınız yürüyüş de kıymetlidir. Belki programın tamamını uygulamadınız ama birkaç esneme hareketi bile bedeninize nefes aldırır.

“Her Pazartesi Spora Başlayanların Gizli Derneği” artık kendini yeniden tanımlamalı. Sık sık yeniden başlayabilmek, bıkmadan denemek de bir meziyet. Ve bu döngüde suçluluk değil, şefkat olmalı. Çünkü kendimize nazik davranmayı öğrendiğimizde, o yürüyüş ayakkabıları daha içten bir adımla ayağa giyilir.

Kısacası mesele pazartesi başlamak ya da kaç pazartesi geçtiği değil... Mesele kendimizi ne kadar sevdiğimiz, bedenimize ne kadar iyi davrandığımız. Spor, “düzenli yapabilenlerin” değil, yeniden denemekten vazgeçmeyenlerin yanında. Ve belki de asıl güçlü olanlar, başladığı gün kadar düştüğü günlerde de kendine sarılabilenlerdir.