Hedefsiz başarı yarışı

Abone Ol

Bugünün en yaygın cümlesi: “Daha fazlası lazım.” Daha iyi okul, daha yüksek maaş, daha çok sertifika, daha parlak bir CV, daha çok takipçi… Hepimiz bir yarışın içindeyiz. Ama durup soralım: Bu yarışın nereye vardığını bilen var mı? Yok. Çünkü çoğu zaman koştuğumuz yolun bir hedefi yok.

Başarı, uzun yıllar boyunca hayatın merkezine kondu. Çocuklar küçük yaşta yarışa sokuldu; sınavlar, karneler, dereceler, kupalar… Gençlik yılları, hedefi belli olmayan bir rekabetin içinde geçti. İş hayatında da durum farklı değil: Bir projeden diğerine koşturuyoruz, gece yarılarına kadar çalışıyoruz, ama ertesi gün daha büyük bir beklentiyle karşılaşıyoruz. Hedefe varıldığında nefes almak yerine yeni bir maraton başlıyor.

Asıl sorun şu: “Başarı”nın tanımı elimizden alındı. Kime göre başarılı olacağız? Toplumun çizdiği kalıplara mı, sosyal medyada görülen hayatlara mı, yoksa patronun kriterlerine mi? Kendimize ait bir başarı ölçümüz kalmadığında, sonuç sadece yorgunluk oluyor. Ne kadar koşarsak koşalım, hep eksik, hep yetersiz hissediyoruz.

Oysa gerçek başarı, başkalarının çizdiği podyumlarda koşmak değil; kendi yolunu bulabilmek. Belki birine göre sıradan görünen hayat, bir başkası için büyük bir tatmin kaynağı olabilir. Kendi hedefini koyan insan, yarışın temposunu da kendi belirler. Böylece başarı, dışarıdan alınan bir onay değil, içeriden gelen bir huzur haline dönüşür.

Belki de artık hepimizin kendimize şu soruyu sorması gerek: “Benim için başarı ne demek?” Eğer buna samimi bir cevap verebilirsek, boş bir yarıştan çıkıp anlamlı bir yolculuğa adım atabiliriz. Çünkü amaçsız koşu, sadece yorar. Ama hedefli bir yürüyüş, insana hem yön hem de değer katar.