Bir toplumun geleceği, gençlerin umutlarında saklıdır. Ama bugün bakıyoruz ki gençlik, masada oyuncu değil, sadece bahis konusu. Kiminle konuşsan aynı tablo: Diplomalı işsizlik, yüksek kiralar, umutsuz bir gelecek. Bir kuşak, kendi emeğiyle yol açmaya çalışırken, önüne sürekli kapanan kapılar çıkıyor. Ve bu tablo, gençliği “oyunun” öznesi değil, nesnesi haline getiriyor.
Gençler artık kendi hayatlarını kurmaya değil, hayatta kalmaya çalışıyor. Yıllarca okuyup dirsek çürütüyorlar ama mezuniyet sonrası çoğu kez güvencesiz işlere mahkum ediliyorlar. Yarın ne olacak sorusuna kimsenin cevabı yok. O yüzden birçok genç, geleceğini burada değil, başka ülkelerde arıyor. Çareyi göçte, yurtdışında şans denemekte görüyor. Çünkü bu topraklarda alın terinin karşılığı çoğu zaman hayal kırıklığı oluyor.
Ama asıl tehlike, bu belirsizliğin yarattığı ruhsal yorgunluk. Gelecek umudu tükendiğinde, gençlik enerjisini kaybeder. Yaratıcılık, üretkenlik, cesaret yerine; kaygı, güvensizlik ve amaçsızlık büyür. İşte bu yüzden “gelecek masada” derken, aslında gençlerin hayatlarının kumara dönüştüğünü görüyoruz. Onların emekleri, alın terleri, hayalleri kısa vadeli hesapların gölgesinde harcanıyor.
Oysa gençlik bahis değil, yatırım olmalı. Bir ülkenin en büyük kaynağı ne madenlerinde ne binalarında; gençlerinin aklında ve emeğinde saklıdır. Onlara güvence, şeffaflık, adalet ve fırsat eşitliği sunulmadıkça bu enerji boşa akmaya devam edecek.
Belki de en büyük değişim, gençleri dinlemekle başlayacak. Onları “sabret” diyerek susturmak değil, seslerini gerçekten duymak gerek. Çünkü gençliğin masada söz hakkı olmadığı bir toplumda, geleceğin kazanılması mümkün değildir.