Eskiden bayramlar yaklaşırken kırtasiyelerin vitrinleri bayram kartlarıyla süslenirdi. Kimi simli, kimi çocukların elinde şeker dolu sepetler… Her biri ayrı güzeldi. İnsan ne yapardı biliyor musunuz? Günler öncesinden oturur, isim isim liste çıkarırdı. Her karta özel bir cümle yazılırdı, yüreğin içinden kopup gelen bir selam gibi… Sonra o kartlar zarfa girer, pul yapıştırılır, postaneye gidilir, sıraya girilirdi. Gecikir miydi? Gecikirdi. Ama o kart posta kutusundan çıktığında yüzlerde kocaman bir tebessüm olurdu.
Şimdi? Bayram sabahı geliyor, herkes aynı şeyi yapıyor: “Bayramınız mübarek olsun, sağlık ve mutlulukla…” Onlarca kişiye, aynı mesaj. Kimse kimseye özel değil artık. Hatta bazen mesajı açmadan bildirimi silenler var. Çünkü ruh yok. Çünkü hissiyat yok. Sadece görev bilinciyle atılmış, otomatik cümleler.
Teknoloji bizi tembelleştirdi. Duyguların dijitalleştirilmesi, ilişkilerin de yapaylaşmasına neden oldu. Oysa bayram dediğin şey; bir yudum çay eşliğinde edilen muhabbet, kapı çalınca gelen misafir, el öpmeye gelen küçüklerin heyecanıdır. Gönül alma, helallik istemedir. Sesin sesle buluşmasıdır.
Evet, şartlar değişti. Uzaklarda yaşıyoruz. Herkese gitmek, her eli öpmek mümkün değil. Ama bir telefon araması hâlâ mümkün. Bir ses kaydı bırakmak, birkaç satır içten bir mesaj yazmak... Bunlar hâlâ elimizin altında. Teknolojiye küsmeye gerek yok ama teslim olmaya da hiç lüzum yok.
Belki bu bayram eski bir dostu ararsınız. Belki annelerin, babaların ellerini öpemeseniz bile, seslerini duyarsınız. Belki bir çocuğa gerçek bir kart yazarsınız, hiç olmazsa posta kutusunu tanır. Çünkü bayramlar, sadece mesaj kutularında değil, yüreklerde yaşar.
Unutmayın, bayramların sıcaklığı elektrikle değil, yürekle taşınır. Bu sene kalıpları kırın. Birine gerçekten “Bayramın kutlu olsun” deyin. Ama içten, ama candan… Çünkü bayram, hâlâ bir gönül meselesidir.
Bayramınız kutlu olsun!