Sokakta yürürken, bir kafede otururken ya da sosyal medyada gezinirken dikkat ettiniz mi? Herkesin ağzında psikoloji terimleri dolaşıyor. Artık kimse kavga etmiyor, “triggerlanıyor”. Kimse mutsuz değil, “travma çalışıyor”. Kimse ayrılık yaşamıyor, “bağlanma stilini keşfediyor.” Yani özetle, hepimiz birer terapist olduk. Ama işin komik tarafı şu ki, bu kadar terapist varken ortada hâlâ dertli, mutsuz ve sorunlu bir dünya var. O zaman soruyu sormak lazım: Herkes terapistse, kim hasta?
İnsanoğlu kendini anlamayı her zaman sevmiştir ama bu dönem biraz farklı. Çünkü modern çağın en büyük tutkusu “etiketlemek”. Artık insanlar “Ben böyleyim çünkü burcum Akrep”ten öteye geçtiler. Şimdi herkes “Ben böyleyim çünkü anksiyete bozukluğum var, çocukluk travmamı çözemedim, bağlanma stilim kaçıngan” diye açıklıyor. Yanlış anlaşılmasın, gerçekten psikolojik problemleri küçümsemek değil derdim. Ama bir noktadan sonra, bu terimler günlük bahane defterimize dönüşüyor. İnsan ilişkilerinde en küçük anlaşmazlığı bile “Bu onun narsistik kişilik bozukluğu” diye özetlemek moda oldu.
Oysa gerçek terapistlerin yıllarca eğitim alarak kurduğu cümleleri biz kahve aralarında pat diye kullanıyoruz. Mesela kız arkadaşıyla kavga eden biri hemen masada teşhisi koyuyor: “O kesinlikle borderline.” Erkek arkadaşı yazmadığında arkadaş grubu anında fısıldaşıyor: “Canım, bu kesin kaçıngan bağlanma stiline sahip.” Yahu eskiden kahvede “adamın niyeti yokmuş işte” diye geçiştirilen mevzu, şimdi bilimsel terimlerle destekleniyor. Sonuç mu? Daha da kafası karışık bir kitle. Çünkü terim bilmek, çözüm üretmek demek değil.
Bir de işin sosyal medya boyutu var. Orası tam bir terapi klinikleri geçidi. Instagram’ı açıyorsunuz, önünüze sayfalarca “Kendi değerini bil”, “Kırmızı bayrakları fark et”, “Tetikleniyorsan bilinçaltına bak” tarzı sözler çıkıyor. Bir noktadan sonra bu sözler o kadar çoğalıyor ki, insanın gerçekten derdi yokken bile “Acaba benim de gizli bir travmam mı var?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Yani bir çeşit ters psikoloji oyunu: Normal bir gün yaşıyorsun ama timeline öyle bir dolduruyor ki seni, “Herhalde benim içimde bastırılmış bir kaos var, yoksa bu kadar çok terapi cümlesine maruz kalmazdım” diyorsun.
En ironik olan kısım da şu: İnsanlar birbirlerine psikoloji dersi verirken, en temel insani davranışlarda hâlâ çuvallıyorlar. Mesela biri sana günlerce yazmaz, sonra bir gün “Merhaba” diye döner. Arkadaşına şikâyet edersin, o da der ki: “Canım o kesin bağlanma stilini çözmeye çalışıyor.” Hayır, belki de ilgisiz, belki de umursamıyor, belki de çok net bir şekilde seni istemiyor. Ama biz işimize gelmeyen gerçeği görmek yerine, süslü bir psikoloji terimiyle kendimizi avutuyoruz. Sanki literatürden cümle kurunca acımız daha anlamlı oluyor.
Bence bu toplu “terapist olma” hevesinin altında biraz da ego var. Çünkü kendine “travmalarımı çözüyorum” demek, “Ben gelişim yolundayım” demek, kulağa çok havalı geliyor. Eskiden biri sinir krizi geçirince “Deli” derdik, şimdi “Dissosiyatif atak geçiriyor olabilir” diyoruz. Evet kulağa daha bilimsel geliyor ama aslında aynı şeyi söylüyoruz: Ortada bir sorun var. Peki sorunu çözmek için ne yapıyoruz? Kocaman bir hiç. Çünkü gerçek çözüm, kitaplardan iki kavram öğrenmekle değil, emek verip kendine dönmekle başlıyor. Ama biz emek kısmını atlayıp, sadece etiket kısmını seviyoruz.
Üstelik bu moda, ilişkilerde de devrim yarattı. Artık flörtler bile terapist jargonuyla ilerliyor. Düşünsenize, bir erkek kadına ilgisiz davranıyor. Kadın arkadaşına anlatıyor: “Bence onun bağlanma stili kaçıngan, ayrıca anneyle ilişkisinde çözülmemiş travmaları var.” Eskiden olsa aynı kadına annesi şunu söylerdi: “Kızım adam senden hoşlanmıyor işte.” İşte aradaki fark bu kadar keskin. Biz basit gerçekleri, akademik terimlerle süsleyip daha katlanılır hâle getiriyoruz. Çünkü kabullenmek acı veriyor, ama “travma” deyince acının rengi pastel tonlara bürünüyor.
Tabii işin en komik kısmı şu: Herkesin birbirine terapistlik tasladığı bu çağda, kimse gerçek terapiste gitmiyor. Çünkü orada masraflı, zor ve yüzleştirici bir süreç var. Onun yerine biz, Google’dan indirdiğimiz birkaç makaleyle ve Instagram’daki üç motivasyon sayfasıyla kendimizi terapi sürecinde sanıyoruz. Ama farkında değiliz ki, terapi kelime ezberlemek değil; aynaya bakıp o kelimelerin işaret ettiği yarayı görmek. Ve o yaraya gerçekten dokunmak.
Hal böyle olunca ortaya şöyle bir toplum çıkıyor: Herkes bir diğerine “Sen narsistsin, sen toksiksin, sen tetikliyorsun” diyor ama kimse kendi toksikliğini görmüyor. Çünkü dilimiz uzadı, kavramlarımız arttı, ama öz farkındalığımız hâlâ aynı yerde. Kendi davranışımızı değiştirmek yerine başkasını teşhis etmek kolay geliyor. Bizim terapistliğimiz başkaları için, hastalığımız gizli kalıyor.
Sonuçta modern çağın en büyük çelişkisi karşımızda duruyor: Hepimiz konuşuyoruz, herkes biliyor, herkes teşhis koyuyor. Ama asıl mesele hâlâ çözülmüyor. Çünkü bilmek başka, yaşamak başka, değiştirmek bambaşka. Biz ise bilmek kısmında oyalanıyoruz.
Ve günün sonunda o büyük soruya dönüyoruz: Artık herkes terapist, peki kim hasta?
Cevabı aslında çok basit: Hepimiz. Ama kimse kendine hasta olduğunu itiraf edecek kadar cesur değil.
Sokakta yürürken, bir kafede otururken ya da sosyal medyada gezinirken dikkat ettiniz mi? Herkesin ağzında psikoloji terimleri dolaşıyor. Artık kimse kavga etmiyor, “triggerlanıyor”. Kimse mutsuz değil, “travma çalışıyor”. Kimse ayrılık yaşamıyor, “bağlanma stilini keşfediyor.” Yani özetle, hepimiz birer terapist olduk. Ama işin komik tarafı şu ki, bu kadar terapist varken ortada hâlâ dertli, mutsuz ve sorunlu bir dünya var. O zaman soruyu sormak lazım: Herkes terapistse, kim hasta?
İnsanoğlu kendini anlamayı her zaman sevmiştir ama bu dönem biraz farklı. Çünkü modern çağın en büyük tutkusu “etiketlemek”. Artık insanlar “Ben böyleyim çünkü burcum Akrep”ten öteye geçtiler. Şimdi herkes “Ben böyleyim çünkü anksiyete bozukluğum var, çocukluk travmamı çözemedim, bağlanma stilim kaçıngan” diye açıklıyor. Yanlış anlaşılmasın, gerçekten psikolojik problemleri küçümsemek değil derdim. Ama bir noktadan sonra, bu terimler günlük bahane defterimize dönüşüyor. İnsan ilişkilerinde en küçük anlaşmazlığı bile “Bu onun narsistik kişilik bozukluğu” diye özetlemek moda oldu.
Oysa gerçek terapistlerin yıllarca eğitim alarak kurduğu cümleleri biz kahve aralarında pat diye kullanıyoruz. Mesela kız arkadaşıyla kavga eden biri hemen masada teşhisi koyuyor: “O kesinlikle borderline.” Erkek arkadaşı yazmadığında arkadaş grubu anında fısıldaşıyor: “Canım, bu kesin kaçıngan bağlanma stiline sahip.” Yahu eskiden kahvede “adamın niyeti yokmuş işte” diye geçiştirilen mevzu, şimdi bilimsel terimlerle destekleniyor. Sonuç mu? Daha da kafası karışık bir kitle. Çünkü terim bilmek, çözüm üretmek demek değil.
Bir de işin sosyal medya boyutu var. Orası tam bir terapi klinikleri geçidi. Instagram’ı açıyorsunuz, önünüze sayfalarca “Kendi değerini bil”, “Kırmızı bayrakları fark et”, “Tetikleniyorsan bilinçaltına bak” tarzı sözler çıkıyor. Bir noktadan sonra bu sözler o kadar çoğalıyor ki, insanın gerçekten derdi yokken bile “Acaba benim de gizli bir travmam mı var?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Yani bir çeşit ters psikoloji oyunu: Normal bir gün yaşıyorsun ama timeline öyle bir dolduruyor ki seni, “Herhalde benim içimde bastırılmış bir kaos var, yoksa bu kadar çok terapi cümlesine maruz kalmazdım” diyorsun.
En ironik olan kısım da şu: İnsanlar birbirlerine psikoloji dersi verirken, en temel insani davranışlarda hâlâ çuvallıyorlar. Mesela biri sana günlerce yazmaz, sonra bir gün “Merhaba” diye döner. Arkadaşına şikâyet edersin, o da der ki: “Canım o kesin bağlanma stilini çözmeye çalışıyor.” Hayır, belki de ilgisiz, belki de umursamıyor, belki de çok net bir şekilde seni istemiyor. Ama biz işimize gelmeyen gerçeği görmek yerine, süslü bir psikoloji terimiyle kendimizi avutuyoruz. Sanki literatürden cümle kurunca acımız daha anlamlı oluyor.
Bence bu toplu “terapist olma” hevesinin altında biraz da ego var. Çünkü kendine “travmalarımı çözüyorum” demek, “Ben gelişim yolundayım” demek, kulağa çok havalı geliyor. Eskiden biri sinir krizi geçirince “Deli” derdik, şimdi “Dissosiyatif atak geçiriyor olabilir” diyoruz. Evet kulağa daha bilimsel geliyor ama aslında aynı şeyi söylüyoruz: Ortada bir sorun var. Peki sorunu çözmek için ne yapıyoruz? Kocaman bir hiç. Çünkü gerçek çözüm, kitaplardan iki kavram öğrenmekle değil, emek verip kendine dönmekle başlıyor. Ama biz emek kısmını atlayıp, sadece etiket kısmını seviyoruz.
Üstelik bu moda, ilişkilerde de devrim yarattı. Artık flörtler bile terapist jargonuyla ilerliyor. Düşünsenize, bir erkek kadına ilgisiz davranıyor. Kadın arkadaşına anlatıyor: “Bence onun bağlanma stili kaçıngan, ayrıca anneyle ilişkisinde çözülmemiş travmaları var.” Eskiden olsa aynı kadına annesi şunu söylerdi: “Kızım adam senden hoşlanmıyor işte.” İşte aradaki fark bu kadar keskin. Biz basit gerçekleri, akademik terimlerle süsleyip daha katlanılır hâle getiriyoruz. Çünkü kabullenmek acı veriyor, ama “travma” deyince acının rengi pastel tonlara bürünüyor.
Tabii işin en komik kısmı şu: Herkesin birbirine terapistlik tasladığı bu çağda, kimse gerçek terapiste gitmiyor. Çünkü orada masraflı, zor ve yüzleştirici bir süreç var. Onun yerine biz, Google’dan indirdiğimiz birkaç makaleyle ve Instagram’daki üç motivasyon sayfasıyla kendimizi terapi sürecinde sanıyoruz. Ama farkında değiliz ki, terapi kelime ezberlemek değil; aynaya bakıp o kelimelerin işaret ettiği yarayı görmek. Ve o yaraya gerçekten dokunmak.
Hal böyle olunca ortaya şöyle bir toplum çıkıyor: Herkes bir diğerine “Sen narsistsin, sen toksiksin, sen tetikliyorsun” diyor ama kimse kendi toksikliğini görmüyor. Çünkü dilimiz uzadı, kavramlarımız arttı, ama öz farkındalığımız hâlâ aynı yerde. Kendi davranışımızı değiştirmek yerine başkasını teşhis etmek kolay geliyor. Bizim terapistliğimiz başkaları için, hastalığımız gizli kalıyor.
Sonuçta modern çağın en büyük çelişkisi karşımızda duruyor: Hepimiz konuşuyoruz, herkes biliyor, herkes teşhis koyuyor. Ama asıl mesele hâlâ çözülmüyor. Çünkü bilmek başka, yaşamak başka, değiştirmek bambaşka. Biz ise bilmek kısmında oyalanıyoruz.
Ve günün sonunda o büyük soruya dönüyoruz: Artık herkes terapist, peki kim hasta?
Cevabı aslında çok basit: Hepimiz. Ama kimse kendine hasta olduğunu itiraf edecek kadar cesur değil.