“Ambivalans: Gitmekle Kalmak Arasında”

Ambivalans: Gitmekle kalmak, sevmekle uzaklaşmak arasında sıkışan kalbin modern çağdaki en derin çelişkisi.

Abone Ol

Hayatta en çok hayranlık duyduğum insanlar, ne istediğini bilenlerdir. “Ben şunu istiyorum, şunu hedefliyorum” diyenlerin gözlerindeki kararlığa, adımlarındaki netliğe, içlerindeki güvene imrenmemek elde değil. Çünkü çoğumuz için hayat bu kadar keskin çizgilerle yaşanmıyor. Bir yanımız “evet” derken öteki yanımız “hayır” diye fısıldıyor. İçimizdeki çocuk kalmak istiyor, yaralı yanımız gitmek… Ve biz, o iki ses arasında sıkışıp kalıyoruz.

Psikoloji literatüründe bu halin adı ambivalans. İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler, 20. yüzyılın başında bu kavramı ortaya attığında insanın belki de en eski yarasına isim vermişti: aynı anda birbiriyle çelişen duyguları taşıyabilme hali. Sevgiyi ve öfkeyi aynı kalpte tutmak, yakınlık isteğiyle uzaklaşma arzusunu aynı nefeste yaşamak.

Bir anlığına şöyle düşünün: Sevdiğiniz insan karşınızda, kapının eşiğinde duruyor. Dudaklarınızdan “gitme” kelimesi dökülüyor ama içinizde bir ses “gitse her şeyden kurtulurum” diye fısıldıyor. O an kalbiniz ikiye bölünüyor. Bir yanınız sarılmak için adım atıyor, öteki yanınız arkasını dönüp gitmesini diliyor. İşte ambivalans, bu anın adı.

Günümüzde bu çelişki sadece yüz yüze yaşanmıyor; sosyal medya ilişkilerinde de ambivalansın izlerini görüyoruz. Bazen bir mesaj beklerken aynı anda “yazsa ne cevap veririm” kaygısıyla boğuşuyoruz. Bir fotoğrafını görmek istiyoruz ama gördüğümüzde içimiz acıyor. “Takip etsem mi, silsem mi?” ikilemi, “story attı bana mıydı, başkasına mı?” sorusu… Dijital dünyanın görünmez ipleriyle kalbimiz bir ileri bir geri savruluyor. Sevdiğimizin çevrimiçi olduğunu görmekle mutlu oluyoruz, ama aynı anda ona yazmaya elimiz gitmiyor. İşte modern çağın ambivalansı tam da burada büyüyor: elimizin ucundaki ekranda yakınlık hissi var ama parmaklarımızı oynatacak cesaretimiz yok.

Bu çelişkiyi yaşayan için en ağır yük, aslında karşısındakini değil, kendini ikna edememektir. Bir anın sıcaklığıyla “tamam” derken, ertesi gün aynı meseleye “hayır” diyebilmek… Kalbin iki farklı yöne aynı anda çekilmesi ruhu paramparça eder. Bir yanımız bağlanmak için yanar, diğer yanımız bağlanmanın getireceği acıdan korkar. Böyle olunca ilişkiler kördüğüm olur; seviliriz ama kırarız, bağlanırız ama koparız, kalırız ama gitmeyi düşünmeden edemeyiz. Hepimiz biraz gitmekle kalmak, sevmekle incitmek, bağlanmakla kopmak arasında yaşarız. Önemli olan bu çelişkinin bizi yutmasına izin vermemek; kalbin iki sesinden birini seçmek değil, her ikisini de anlamak. Çünkü bazen en derin sevgi, en ağır ikilemlerin gölgesinde yeşerir.